Ölüm kalım sınavından sağ çıkmak
Hani insanın kişiliğine dair ipuçları verdiği varsayılan çeşitli bulmacalar vardır. Bir ölüm kalım hâlinde nasıl davranırsın, onu sorar sana. O anda yanında bu hayatta en sevdiğin insan bile olsa, “onun için canını vermeye hazır olduğun” kişi mesela ve bu gerçekten gerekse ne yaparsın? Önceliğin ne olur, kendini kurtarmak mı, ona yardım etmek mi? Tabii bu sorulardan genellikle gerçekçi bir kişilik tahlili çıkmaz, çünkü kâğıt üstündeki “fedakârlıklar”ın hakiki sınavlarda sıkça “can tatlı” duvarına toslayacağını tahmin etmek zor değil. Ruben Östlund’un şahane filmi “Force Majeure”ü hatırlayalım mesela, Alpler’e tatile gitmiş bir ailenin böyle bir sınav karşısında nasıl çözüldüğünü anlatır, zira ailenin babası düşmekte olan çığ karşısında can havliyle karısını ve çocuklarını bırakıp kaçar.
Hadi o tehlike anında düşünülmeden atılmış bir adımdır, bir reflekstir. Ortada birbiriyle fazla da ortak noktası olmayan 10 kişi olsa, yolları sık sık gittikleri bir kafede kesişmiş olsa ve birdenbire ne olduğunu tam da çözemedikleri bir “dış tehlike” ile karşı karşıya kalsalar neler olur? Kapıdan burnunu çıkaranın hayatı tehlikede iken içeridekiler birbirlerine destek olurlar mı, sıkıştıkları anda gözlerinin gördüğü ilk kişiyi “satarlar” mı, bu ölüm kalım sınavından kim, nasıl sağ çıkar?
Baba Sahne’nin geçen hafta seyirciyle buluşan yeni oyunu “Taxim” böyle bir sınavla karşı karşıya bırakıyor seyirciyi. Mekânımız Taxim Bistro. Sıradan görünen bir günün ilk saatleri. Birbirini iyi tanıyanlar da var kafeye girip çıkan 10 kişi arasında, yolu ilk kez buraya düşenler de. Laptopundan başını kaldırmayan gözü yükseklerde bir plaza insanı da var, umutsuz adalet arayışı sırasında yaşamla bağını kopartmış, sokaklarda yaşayan bir adam da transseksüel bir seks işçisi de. Gençler de var yaşlılar da. “Başarılılar” da “başarısızlar” da. Hep beraber “normal” bir sabah yaşar, birbirleriyle şakalaşır, atışır, ülkenin hâline saydırır, didişir ve uzlaşırken kapının önünde biri pat diye vuruluyor. Kalanlar önce bu beklenmedik felaket karşısında can korkusu ortak paydasına buluşuyorlar. Derken mesele yavaş yavaş kimin hayatta kalmayı daha çok hak ettiğine doğru ilerliyor ve bütün bencillikler, kendince “öncelikler”, “ben daha önemliyim”ler devreye giriyor. Hatta sen de seyirci olarak içinden bir sıralama yaparken bulabiliyorsun kendini. İşte şu daha genç, bu daha umutlu, şu zaten mutsuz, berikinin kaybedecek bir şeyi yok gibi düşünceler uçuşuyor kafanda.
“Taxim”, Alex de la Iglesia’nın yönetip senaryosuna Jorge Guerricaechevarria ile birlikte imza attığı 2017 yapımı “El Bar” filminin uyarlaması. Emrah Eren’in rejisiyle sahnelenen oyun, Baba Sahne tarafından bugünün Türkiye’sine uyarlanmış (Metin danışmanları Caner Güler ve Ozan Güven). “İsimleri yerlileştirdik, uyarlama oldu” gibi bir şeyden değil, laf arasında değindiği pek çok meseleyle, kullanılan dille, araya sıkıştırılan esprilerle başarılı bir uyarlamadan söz ediyoruz. Dekor ve ışık tasarımında Kerem Çetinel’in imzası var. İlk perde her detayıyla düşünülmüş bir kafede geçerken ikinci perdede alt kattaki depoya taşınıyor oyun. Ömür Arpacı, Mert Asutay, Nergis Çorakçı, Seçkin Özdemir, Rüya Demirbulut, Şevket Çoruh ve Ozan Güven’in başlıca karakterleri canlandırdığı “Taxim”in şarkısını Sinan Kaynakçı bestelemiş, Hayko Cepkin seslendiriyor.