Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Asu Maro | Mahalle baskısı kurbanı Woyzeck

Mahalle baskısı kurbanı Woyzeck

24 Ocak 2018 - 10:01
Georg Büchner’in tamamlayamadan öldüğü fakat tiyatro tarihinin ölümsüzleri arasına giren oyunu ‘Woyzeck’, Muharrem Özcan’ın rejisiyle Oyun Atölyesi’nde
Bu herhalde ‘Woyzeck’in ülkemizdeki kaderi, etkileyici bir görselliğin içinde ‘sözünün’ kaybolması. Daha önce Tatbikat Sahnesi’nin şahane müziklerle rock müzikali olarak sahnelediği ‘Woyzeck Masalı’nda da aynı hisse kapılmıştım, Oyun Atölyesi’nin Muharrem Özcan rejisi de aynı eksiklik duygusuyla uğurladı beni: Metinde izleyiciye geç-e-meyen bir şeyler var.  Önce oyunun konusunu hatırlayalım; Woyzeck doğuştan talihsiz bir adam, komutanları tarafından sürekli ezilen, zavallı, rütbesiz bir asker. Hayatta gerçek bir bağ kurduğu tek kişi, deli gibi âşık olduğu sevgilisi Marie. Ona ve çocuğuna bakmak için yüzbaşının ayak işlerini yapmaya da razı, sadece bezelye yemenin beyinde yaratacağı sonuçları inceleyen bir çalışmanın deneği olmaya da. Ordunun, bilimin, toplumun kıskaçları arasında dünyası günden güne daralır, ruhsal dengesi bozulurken ‘insan’ kalmaya çalışıyor inatla. Marie’nin onu aldattığı söylentisi bardağı taşıran son damla oluyor, kafasının içindeki “Erkeksen al bıçağı sapla”vari sesler gitgide yükseliyor.
 
 
 
İlk modern drama
 
1813 yılında doğup 24 yaşında hayata veda eden Georg Büchner, ölümüyle yarım kalan ‘Woyzeck’i kıskançlık sonucu sevgilisini öldürüp 1824’te ölüm cezasında çarptırılan Leipzigli asker ve perukçu Johann Christian Woyzeck’in hikâyesinden esinlenerek yazmış. Yazarının geride bıraktığı notlardan farklı şekillerde tamamlanan oyun, “ilk modern drama” kabul ediliyor ve “Her insan bir uçurumdur, baktıkça başın döner” gibi unutulmaz cümleler içeriyor. 
 
Yönetmen Muharrem Özcan, broşürde “Doğa ve otoriteler arasında sıkışan bireyin çaresizce çırpınışının oyunu” diye tanımlanan ‘Woyzeck’i “Marie’nin uğruna yaptığı fedakârlıklar, yaşadığı bataklıktan sıyrılmasına yetecek mi?” sorusuna uygun şekilde bulanık bir suyun içine kurmuş. Bütün oyuncular o elini verip kollarını kurtaramadıkları suyun içinde oynuyorlar ve oyunun en etkileyici yanı, kesinlikle oyuncu kadrosunun sorgusuz sualsiz adanmışlığı. Başta Woyzeck’i canlandıran Emre Yetim ve Maire’de gözümü alamadığım Ayça Koptur olmak üzere bütün oyuncular dört başı mamur bir performans sergiliyor, üstelik 65 dakika sırılsıklam şekilde.
 
Bir görsel şölen
 
Özlem Karabay’ın sahne, Kemal Yiğitcan’ın ışık tasarımının yardımıyla yakalanan etkileyici görsel dil, Orçun Okurgan’ın koreografisi ve oyuncuların milim şaşmayan uyumuyla tamamlanıyor. Çağrı Beklen’in müziği atmosferi tamamlayan etkileyici bir unsur ve oyuncular şarkıları yorumlamakta da çok başarılılar.
 
Özetle, karşımızda gerçek bir görsel ve işitsel şölen var. Ancak bunun içinde Büchner’in metni seyirciyle ne kadar buluşuyor diye bakarsak, hikâyeyi bilmeyen birinin Woyzeck’i baskı altına alan unsurları, kurbanı olduğu düzeni tam olarak anlaması pek mümkün değil. Zaten seyirci yorumları da genel olarak bu yöndeydi. Bir kıskançlık hikayesi izledik, bir ‘namus cinayeti’ne tanık olduk ama Woyzeck’in ruh durumunu ve bunu hazırlayan sebepleri pek algılayamadık. Dedim ya, ‘Woyzeck’in Türkiye’deki kaderi bu herhalde.
 
Son olarak, Marie’nin Woyzeck’i aldatma sahnesinin bu kadar net şekilde sahne üzerinde gösterilmesinin oyunun dengelerini kadın aleyhine bozduğu kanaatindeyim, bu da bir not olsun.
 
Etiketler: Georg Büchner  Woyzeck