Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Asu Maro | Kimse sevmez olumsuz eleştiri

Kimse sevmez olumsuz eleştiri

14 Ocak 2014 - 12:01 | Yeşim Koçak, Tiyatro Boyalıkuş'un sahnelediği "Melek" oyununun başrolünde.
Eleştirmenlerle sanat icra edenlerin yıldızının genel olarak barışmadığı açık. Eğer Seçkin Selvi gibi kendinizi bu alana adamış biri değilseniz, “Ne uğraşacağım ben bu işlerle?” deyip vazgeçmeniz an meselesidir.

Milliyet Sanat Dergisi’ne bir mail geldi geçen hafta. Basın Konseyi’nden. Rüstem Ertuğ Altınay dergimizi, Seçkin Selvi’yi Milliyet Sanat’ın internet portalı www.milliyetsanat.com'da çıkan yazısı nedeniyle şikayet etmiş.


Tiyatro Boyalıkuş’un ‘Melek’ adlı oyunuyla ilgili yazı. Altınay da oyunun yazarı ve Seçkin Hanım’ın yazısının şahsına yönelik ‘gerçek dışı ve yıpratıcı ithamlar’ içerdiğini söylüyor. Nedir bu ithamlar?


Seçkin Selvi, metin yazılırken oyunun kahramanı Melek Kobra’nın anı defterlerinin bir dramaturji çalışması yapılmadan monolog halinde sahneye taşındığını yazmış. ‘Şahsa yönelik yıpratıcı ithamlar’ bu!


Rüstem Ertuğ Altınay da anı defterinde olmayan hangi bölümleri oyuna eklediğini belirten sekiz sayfalık yazısının yayınlanmasını istiyor. Eleştiriye cevap yazılması gibi bir alışkanlık olmadığından, bu mümkün olmayınca da Basın Konseyi’ne başvuruyor. Konsey Seçkin Selvi’den savunma istiyor. 52 senelik bir eleştirmen olarak, Seçkin Hanım, eleştirinin öznel bir değerlendirme olduğunu hatırlatmak ve yazıda ne kastettiğini açıklamak durumunda kalıyor: “Araştırmalardan çıkan sonuç metinler, ‘drama’ haline getirilmemiş, yani oyun olmamış, monologdan öteye gidememiş” demek istediğini...

Kimse nefret objesi olmak istemez


Eleştirmenlerle sanat icra edenlerin yıldızının genel olarak barışmadığı açık. İyi yazdığınızda her şey güzeldir, aksini denemeseniz hayırlı olur. Ben de zaman zaman tiyatro yazan bir gazeteci olarak bundan nasibimi almışımdır.


Eğer Seçkin Selvi gibi kendinizi bu alana adamış biri değilseniz, “Ne uğraşacağım ben bu işlerle?” deyip vazgeçmeniz an meselesidir. Siz de yazdığınız iki satır yüzünden durduk yerde nefret objesi olmak istemezsiniz çünkü.


Elbette biliyorum, herkes yaptığı iş sevilsin ister, kimse hoşlanmaz olumsuz eleştiriden. Ama ne yapalım, sistem böyle.


Bu işi yapanlar var, bir de izleyip eleştirenler... İkisi bir arada ilerliyor.

Ortaya bir ürün koyuyorsak, bunun birilerince de eleştirileceğini baştan kabul etmiş olmuyor muyuz?

 

Bülent Ersoy, Show TV'de yayınlanan programında kandil nedeniyle türban takıp ilahi okudu.

 

Bülent Ersoy'un türbanına neden taktık?

 

Pazartesi sabahı bilgisayarı açtım, sosyal medya aynı fotoğrafla yıkılıyor: Siyah türbanlı, yeşil tüylü kostümlü bir Bülent Ersoy.


Herkeste bir hayret ve de dehşet hali. Neden ‘kapanmış’ Bülent Ersoy?
Mevlid Kandili diye...


Programını semazen gösterisiyle ve ilahi söyleyerek açmış. Kandile özel böyle giyinmiş. Üstüne de konuğu Umut Zen ile birlikte Fethullah Gülen’in şiirinden bestelenen ‘Hüzünlü Gurbet’ diye bir şarkıya canla başla eşlik etmiş. Gün itibariyle durduğu yer belli, verdiği mesaj belli. Şaşıracak bir şey yok; bugüne kadar türlü türlü kostümle, hayret verici kılıklarda gördük kendisini. Hiçbirinde değil de neden şimdi “Bu gördüğümüz kabus mu Allah’ım?” noktasına geldik?


Herhalde cevap şu: Çünkü karşımızdaki bir transseksüel ve onu türbanla görmeyi bünyemiz kaldırmıyor. Ve bu gerçekten ayıp. Nitekim Twitter’da gördüğümüz pek çok ‘dalga geçen’ mesaj Bülent Ersoy’un ‘Askerliğini yapmış ilk türbanlı’ olmasından girip, bunun İslam’a hakaret olduğuna kadar uzanıyordu. Ve ‘dini bir şeylere alet etmesine’ tabii...
Din alet edilerek yapılan türlü türlü eylem yanında Bülent Ersoy’un başını bağlayıp ilahi okuması o derece masum kalıyor ki, içimizdeki homofobiyi bastırıp susmakta fayda var bence. Kimsenin samimiyetini ölçmek başkasına kalmamış.