Kimin kararı?
Asu Maro
amaro@milliyet.com.tr
Geçen yıl Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde kaçırdığım, çok da merak ettiğim bir film vardı; “Kürtaj”, orijinal adıyla “L’Evenement”. Lübnan asıllı Fransız yönetmen Audrey Diwan’ın 78. Venedik Film Festivali’nden Altın Aslan ile dönen filmini, pek çok özelliğinin yanı sıra o akşam Antalya’daki gösterimine ambulans ve sedye geldiği, seyir deneyimi birkaç baygınlık vakasına neden olduğu için de merak ediyordum açıkçası. Ne olabilirdi filmde bu derece izlenmesi zor olan?
Bu ay MUBI’de gösterime girince izleyebildim. Senaryosunu Annie Ernaux’un 2000 yılında yayımlanan romanına dayanarak Audrey Diwan ve Marcia Romano’nun yazdığı film, ‘60’lı yıllarda Fransa’da istemeden hamile kalan bir edebiyat öğrencisinin doğurmamak için verdiği zorlu mücadeleyi anlatıyor. Çünkü o yıllarda kürtaj yasa dışı, ucunda hapis cezası ve karanlık bir gelecek var. Anne ise akademik kariyerine devam etmek isteyen parlak bir öğrenci. İleride çocuk sahibi olmayı düşünse de “hayatı pahasına” istemeden anneye dönüşmek yok planları arasında. Dolayısıyla o gelecek her iki şekilde de kararacak onun için. Eğer kendisine “yasa dışı” yollardan yardım edecek birini bulamazsa ve tabii o “yardım” sonucunda ölmez sağ kalırsa.
Kameranın yakın plan takibe aldığı Anne’ın o çıkmazı, içine düştüğü çaresizlik ve yalnızlık öyle bir işliyor ki seyircinin içine, öncelikle sırf bu yüzden izlemesi zor bir film, “Kürtaj”. Yazmak isteyen, sınavları kazanıp okumak isteyen, pek çok hayali olan bir genç kadının birdenbire tek başına çocuk yaşta anne olmak ile hapse girmek seçenekleri arasında kalmasını kabullenemiyorsunuz. Onun düştüğü dipsiz kuyu sizi de alıyor içine. Bir doktordan yardım istese kapı dışarı ediliyor, ailesine zaten açılamıyor, en yakın arkadaşları “Biz bunu duymamış olalım, bak başının çaresine” deyip kaçıyorlar.
Bir yandan hissediyorsun, hepsinin içinde benzer korkular var. Ama hiç de bireysel bir dert olmayan böylesi bir konuda birbirlerinin yanında durup birlikte mücadele edemiyorlar. Zira karşılarında doğurup doğurmamanın kadının kararı olamayacağına inanan koca bir sistem var. Hayatı tamamen değişecek olan o, yapmak istediği her şeyden vazgeçecek olan o, ölesiye mutsuz olacak ve dünyaya muhtemelen hiçbir zaman mutlu edemeyeceği bir diğer canlı getirecek olan o ama karar onun kararı değil.
Tahmin ediyorum ki izlerken baygınlık geçirenleri o hâle getiren Anamaria Vartolomei’in içe işleyen performansıyla daha da sahici hâle gelen Anne’ın çektiği sansürsüz acı ve bir kısım kan revan sahneleri olmuştur. Benim içinse filmi asıl zor kılan, “Kadınların bedeni ve hayatı üzerindeki bu baskılar son bulmayacak mı?” sorusu oldu. Bu soruyu inanılmaz bunaltıcı şekilde çarpıyor yüzüne insanın film ve biz maalesef bugün de “Bir zamanlar böyle şeyler yaşanıyormuş” diye tarihten bir sayfa izler gibi izleyemiyoruz.
Tam da ABD Yüksek Mahkemesi’nin ülke genelinde kürtaj hakkını anayasal olarak garanti altına alan 1973 tarihli Roe v Wade kararını iptal etmesinin ardından, ABD’deki bazı eyaletlerde kürtaj klinikleri kapatılır, karar birçok kentte protesto edilir ve bütün dünya bir kez daha bu konuyu tartışırken izlemek de ayrıca düşündürücü oldu tabii. Hep inanıyorum, bazen bir film, atılan onlarca nutuktan, edilen pek çok cümleden daha etkili olabiliyor. Bu da öyle bir film. Neye karşı çıktığını, neyi desteklediğini bir tek insan hikâyesi üzerinden bir daha düşündürtebilir insana.