İnsanlığın düştüğü kuyunun dibi
Cuma gecesi geç sayılacak bir saatte kapım çaldı. Gayet tedirgin çıkan “kim o?”ma cevap apartmanın içinden geldi. İngilizce konuşan bir kadın sesi. “Üst katta falanca dairede kalıyorum” gibi bir şeyler söylüyor, anahtarı yok, kapıda kalmış. Ben güvenli kalemin kapısını gerçekten korkarak açıyorum. Çünkü zeka herkesten ve her şeyden şüphelenmeyi, sürekli tetikte olmayı, korkmayı gerektirir. Ama neyse ki bundan dolayı biraz da utanma duygum mevcut ki zor durumda olduğu, yardım istediği anlaşılan bir insan sesini duymamış gibi yapamıyorum, açıyorum. Genç bir kadın var kapıda, aşırı tedirgin ve kesinlikle benden daha çok korkmuş görünen gözleriyle. İstanbul’da ilk günü, birkaç şey almak için markete gitmiş, meğer yanına yanlış anahtar almış, kaldığı evin sahiplerinin ne zaman döneceğine dair bir fikri yok ve telefonunun şarjı sıfırda. İnsanın insana inancının bu kadar az olması gerçekten çok acı. Kapıyı kapalı tutarak gidip şarj aleti getiriyorum, telefonuna uymuyor. Benim telefonumdan peçeteye yazdığı bir numarayı arıyoruz, ulaşılamıyor. Çaresizce birbirimize bakıyoruz. Belirsiz bir süre beklemekten başka yol görünmüyor, belki de o gece gelmeyecekler ve ben neredeyse kapımı kapatıp bu genç kadını gecenin o saatinde apartman boşluğunda bırakacağım. Onun da zaten hiç girmek gibi bir talebi yok, “Ben burada beklerim, sorun değil” diyor. İkimiz de “normal” olanın o saatte kapıda beliren bir “yabancıya” güvenmemek olduğu konusunda sessizce hemfikiriz. Şu an kendimi bir nebze daha iyi hissediyorsam çok şükür o bir an kapattır gibi olduğum kapıyı derhal geri açıp “Gelin içeride bekleyin” demiş olmamdan.
Misafirim 22 yaşındaydı, Rusya’dandı ve bunu söylerken zaten utangaç olan sesi iyice fısıltıya dönüştü; “Bu günlerde bunu söylemek hoş karşılanmıyor, biliyorum”. Aşçıymış, Saint Petersburg’da yaşıyormuş, kışları sıcak memleketlerde geçirmek gibi bir adeti varmış. Antalya’ya geldiğinin ertesi günü savaş haberlerine uyanmış. Aklı sürekli Ukrayna’daki arkadaşlarında, kuzenlerindeydi ve İstanbul’daki ilk gecesinde tanımadığı bir kadına yana yakıla Rusların asla Putin gibi düşünmediğini anlatmaya çalışıyordu. Birkaç kişi küçük bir savaşa hayır eylemi düzenlemişlerdi Antalya’da, onun fotoğrafını gösterdi bana gururla.
Uzatmayacağım, hazin başlayan gecenin sonrası biraz komediye döndü aslında. Finalde ikimiz doğru anahtarı teslim almak üzere İstiklal Caddesi’nde kapı kapı karaoke bar arıyorduk. Sonunda bir delikanlı koşarak geldi, anahtarı eline tutuşturup “Gitmem lazım, şarkı sıram geliyor” diyerek geldiği gibi koşarak uzaklaştı. Biz Nadia’yla sessizce eve doğru yürümeye devam ettik. Uzakta ama ikimizin de aklında evleri, yurtları başlarına yıkılan, hayatları bir anda alt üst olan insanlar. Burada abuk subuk “akılları baştan alan Ukraynalı kadın asker” fotoğrafları, “savaştan kaçsalar da bize gelseler” esprileri. Benim içimde hâlâ “Ben gece vakti ortada kalmış bir insana yardım etmemiş olabilirdim” yüzleşmesi. Bu insanlığın düşmekte olduğu kuyunun bir dibi yok mu acaba?