Milliyet Sanat »Yazarlar » Asu Maro | İki yaralı ruh bir kabinde
İki yaralı ruh bir kabinde
26 Şubat 2013 - 10:02 | Gonca Vuslateri ve Bora Akkaş, "Kabin"de parlıyorlar.Craft’ın yeni oyunu ‘Kabin’, beklentileri boşa çıkarmadı. Gonca Vuslateri sahnede ışıldıyor; Bora Akkaş’ın da aşağı kalır yanı yok. İkinci artısı da gündelik ve doğal diyalogları...
Kapıdan girdik, karanlık. O ev salonu kadar yere, iki sıralı, epey seyirci sığmış...
Ortada camdan iki kabin, içlerinde iki insan, birbirlerini görmüyorlar.
Sadece el sığacak kadar bir delik var aralarında, o kadar. Bir seks kabini bu, Amsterdam’dakiler gibi, ama kimse profesyonel değil. Kadın da erkek de para ödeyip gelmiş. Sanal alemdeki buluşmaların ‘yarı sanal’ versiyonu. İki yalnız ve yaralı ruh... Buraya sığınmışlar denebilir.
Craft’ın yeni oyunu ‘Kabin’, genç bir yazarın, Kemal Hamamcıoğlu’nun metni. Epeydir merakla beklediğimiz bir oyundu, önce Rıza Kocaoğlu yönetiyor, Gonca Vuslateri ve Erkan Köstendil oynuyordu. Çok heyecan verici bir buluşmaydı. Zaman geçti, yönetmen tiyatronun kurucularından Çağ Çalışkur oldu, Rıza Kocaoğlu ‘süpervizör’lüğe terfi etti, Köstendil yerine de Bora Akkaş geldi. İşte ‘Kabin’ karşımızda.
Şunu önce söyleyeyim, Gonca Vuslateri sahnede inanılmaz bir ışığa sahip.
Hani Eylem ‘Yalan Dünya’da her göründüğünde nasıl seyirciyi avucuna alıyor hatırlayın, onu beşle çarpın. Kemal Hamamcıoğlu da çok güzel iki karakter yazmış, Gonca’nın istediği gibi inip çıkmasına, yıldız gibi çakıp parlamasına meydan veren bir karakter, kadın. Ama Bora Akkaş’ın da hiç o ışığın altında ezilmediğini, askerden gelmiş, yaralı bereli çocuğun karşısındakinin ‘sıradan’ bir kadın olmadığını keşfettikçe değişen tavrını gayet başarıyla yansıttığını söylemeliyim. Sonuçta her iki karakteri de (ve oyuncuyu da) seviyor seyirci.
Özenli bir oyun
‘Kabin’in en güçlü yanı oyuncularıysa, ikinci artısı da diyalogları. ‘Bir seks kabininde karşılaşan iki yabancı’ fikri ne kadar tırnak içinde ‘marjinal’se, aralarında geçen konuşmalar da o kadar gündelik, sıradan ve doğal. Ama oyunun bir sorunu var, ‘hikaye’ geç başlıyor, biz bu arada ne kadar diyaloglar şahaneyse de, biraz kopuyoruz konudan. “Ne olacaksa olsun artık” noktasına geldiğimizde kadın, oyunun asıl sürprizi olan hikayesini anlatıyor... Müthiş bir sahne, sevgiye dair söylediği her cümlenin altını çizmek, not almak istiyorsunuz. Ve bu hikayeden sonra oyun biraz apar topar final yapıyor.
Sonda bir şarkı çalıyor, Can Bonomo bu oyun için yazmış, şahane bir şarkı, insanın kulağına takılıp kalıyor. Neticede ‘Kabin’, Cem Yılmazer imzalı çok başarılı dekor-ışık tasarımıyla tamamlanan, özenli ve eli yüzü düzgün, söyleyecek sözü olan bir oyun... Dahası olur muydu, olurdu, ama bu kadarı da takdire şayan...
Serhan’sız beşinci yaş günü
Bir 27 Şubat daha... Serhan Şeşen Müzik, Felsefe ve Yaşama Saygı Derneği’nin ‘Yaşama Saygı Günü’ olarak kutladığı gün... Serhan’ın onsuz kutladığımız beşinci doğum günü. 26’ydı onu son gördüğümüzde,
31 olacak yarın gönlümüzde. Ben yazmaktan usanmadım ama adalete dair umut beslemeye korkuyorum. Serhan’ın o hastaneye yürüye yürüye geldiği günle onu makinelere bağlı çıkardığımız gün arasındaki 3-5 gün içinde nasıl bir kâbus yaşandığının çok yakın tanığıyım. Ve 26 yaşında, ailesinin, çevresinin, okulunun gözbebeği bir çocuğu ihmalle, hatayla, yanlış müdahaleyle yaşamdan koparmanın bir karşılığı olmasını umuyor insan doğal olarak. En azından birilerinin sorumluluğunu kabul etmesini... Mahkeme sürüyor, bir sonraki duruşma 9 Nisan’da.
Bunlar olup biterken ailesine, sevenlerineyse onun yaşamımıza girdiği günü ‘Yaşama Saygı Günü’ olarak kutlamak düşüyor işte. Dernek olarak onun adını okuyup yetişecek yeni Serhan’larda yaşatmak... Bu amaçla yarın, saat 20.30’da Akatlar Kültür Merkezi’nde toplanıyoruz. Sunay Akın’ın gösterisiyle kutlanacak, Serhan’ın doğum günü ve Yaşama Saygı Günü... Ve onun okuduğu son kitapta altını çizdiği, Oruç Aruoba’nın “Ölümle sona eren yaşamın kendisidir, anlamı değil” cümlesine tutunulacak bir kez daha...
Kapıdan girdik, karanlık. O ev salonu kadar yere, iki sıralı, epey seyirci sığmış...
Ortada camdan iki kabin, içlerinde iki insan, birbirlerini görmüyorlar.
Craft’ın yeni oyunu ‘Kabin’, genç bir yazarın, Kemal Hamamcıoğlu’nun metni. Epeydir merakla beklediğimiz bir oyundu, önce Rıza Kocaoğlu yönetiyor, Gonca Vuslateri ve Erkan Köstendil oynuyordu. Çok heyecan verici bir buluşmaydı. Zaman geçti, yönetmen tiyatronun kurucularından Çağ Çalışkur oldu, Rıza Kocaoğlu ‘süpervizör’lüğe terfi etti, Köstendil yerine de Bora Akkaş geldi. İşte ‘Kabin’ karşımızda.
Şunu önce söyleyeyim, Gonca Vuslateri sahnede inanılmaz bir ışığa sahip.
Hani Eylem ‘Yalan Dünya’da her göründüğünde nasıl seyirciyi avucuna alıyor hatırlayın, onu beşle çarpın. Kemal Hamamcıoğlu da çok güzel iki karakter yazmış, Gonca’nın istediği gibi inip çıkmasına, yıldız gibi çakıp parlamasına meydan veren bir karakter, kadın. Ama Bora Akkaş’ın da hiç o ışığın altında ezilmediğini, askerden gelmiş, yaralı bereli çocuğun karşısındakinin ‘sıradan’ bir kadın olmadığını keşfettikçe değişen tavrını gayet başarıyla yansıttığını söylemeliyim. Sonuçta her iki karakteri de (ve oyuncuyu da) seviyor seyirci.
Özenli bir oyun
‘Kabin’in en güçlü yanı oyuncularıysa, ikinci artısı da diyalogları. ‘Bir seks kabininde karşılaşan iki yabancı’ fikri ne kadar tırnak içinde ‘marjinal’se, aralarında geçen konuşmalar da o kadar gündelik, sıradan ve doğal. Ama oyunun bir sorunu var, ‘hikaye’ geç başlıyor, biz bu arada ne kadar diyaloglar şahaneyse de, biraz kopuyoruz konudan. “Ne olacaksa olsun artık” noktasına geldiğimizde kadın, oyunun asıl sürprizi olan hikayesini anlatıyor... Müthiş bir sahne, sevgiye dair söylediği her cümlenin altını çizmek, not almak istiyorsunuz. Ve bu hikayeden sonra oyun biraz apar topar final yapıyor.
Sonda bir şarkı çalıyor, Can Bonomo bu oyun için yazmış, şahane bir şarkı, insanın kulağına takılıp kalıyor. Neticede ‘Kabin’, Cem Yılmazer imzalı çok başarılı dekor-ışık tasarımıyla tamamlanan, özenli ve eli yüzü düzgün, söyleyecek sözü olan bir oyun... Dahası olur muydu, olurdu, ama bu kadarı da takdire şayan...
Serhan’sız beşinci yaş günü
Bir 27 Şubat daha... Serhan Şeşen Müzik, Felsefe ve Yaşama Saygı Derneği’nin ‘Yaşama Saygı Günü’ olarak kutladığı gün... Serhan’ın onsuz kutladığımız beşinci doğum günü. 26’ydı onu son gördüğümüzde,
31 olacak yarın gönlümüzde. Ben yazmaktan usanmadım ama adalete dair umut beslemeye korkuyorum. Serhan’ın o hastaneye yürüye yürüye geldiği günle onu makinelere bağlı çıkardığımız gün arasındaki 3-5 gün içinde nasıl bir kâbus yaşandığının çok yakın tanığıyım. Ve 26 yaşında, ailesinin, çevresinin, okulunun gözbebeği bir çocuğu ihmalle, hatayla, yanlış müdahaleyle yaşamdan koparmanın bir karşılığı olmasını umuyor insan doğal olarak. En azından birilerinin sorumluluğunu kabul etmesini... Mahkeme sürüyor, bir sonraki duruşma 9 Nisan’da.
Bunlar olup biterken ailesine, sevenlerineyse onun yaşamımıza girdiği günü ‘Yaşama Saygı Günü’ olarak kutlamak düşüyor işte. Dernek olarak onun adını okuyup yetişecek yeni Serhan’larda yaşatmak... Bu amaçla yarın, saat 20.30’da Akatlar Kültür Merkezi’nde toplanıyoruz. Sunay Akın’ın gösterisiyle kutlanacak, Serhan’ın doğum günü ve Yaşama Saygı Günü... Ve onun okuduğu son kitapta altını çizdiği, Oruç Aruoba’nın “Ölümle sona eren yaşamın kendisidir, anlamı değil” cümlesine tutunulacak bir kez daha...
Etiketler: Asu Maro Bora Akkaş Can Bonomo Cem Yılmazer Craft Tiyatro Çağ Çalışkur Gonca Vuslateri Kabin Kemal Hamamcıoğlu Serhan Şeşen