Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Asu Maro | Hayatı değiştirmek mi?

Hayatı değiştirmek mi?

16 Ağustos 2013 - 11:08
İyi bir hikaye nasıl tek boyutlu ve sıkıcı hale getirilir? Steve Jobs’un hayatını anlatan film “Jobs”, bu sorunun cevabını veriyorSteve Jobs’un hayatını anlatan filmi izlemeye giderken merakım vardı, çıkarken bu epeyce can sıkıntısına dönüştü. “Bu filmden ne anladın?” diye sorarsanız, çok “başarılı”, çok zengin, çok etkili, çok çok çok bir şey olmak için önce ruhunu satıp beş para etmez bir insana dönüşmen gerektiğini, diyebilirim. Çünkü filmin ana teması bu. Ama bununla yetinmeyip bu satış işlemine ulvi anlamlar yüklemeye çalışıyor, orası sorunlu. Yoksa Steve Jobs’un en azından hayatının büyük bölümünde bir melek olmadığı herkesçe biliniyor.

Ortada bir teknoloji efsanesi olunca, -filmde de görüyoruz ki, daha ziyade bir tasarım dehasıyla ve işin kaymağını yemede son derece becerikli bir adamla karşı karşıyayız- ister istemez insan filmi “Sosyal Ağ” ile de kıyaslıyor ve önce onun yönetmeni David Fincher’ı baş tacı etmek, ardından da Mark Zuckerberg’i iki yanağından öpmek istiyor. Çünkü bu filmden sonra Facebook’un yaratıcısı, Apple’ın kurucusunun yanında dünya tatlısı bir oğlan gibi kalıyor. “Sosyal Ağ” da bir hayat hikayesi nasıl anlatılır konusunda bir başyapıt...

Zaten daha Jobs’u Ashton Kutcher’ın oynayacağını duyduğum anda “Yok artık” demiştim, bir de buna daha önce pek de hatırlanmayan birkaç film çekmiş Joshua Michael Stern eklenmiş ve ortaya son derece tek boyutlu bir adamın bir hayli sıkıcı hikayesi çıkmış. Ki Jobs’un hayatı için pek çok şey söylenebilir, “sıkıcı” denemez.

Her şey birdenbire oluyor

Bir kere biz bu adamın hayatına dair birtakım ön bilgilere sahip değilsek, filmden onun evlat edinildiğini anlayamayız, nasıl bir çocukluğu, gençliği, ailesiyle nasıl bir ilişkisi oldu bilemeyiz, okulu bırakmaktaki nedenlerini, gençliğinde nelere ilgi duyduğunu, ne bileyim, böyle bir adamın hayatına dair merak ettiğimiz birçok şeyi çözemeyiz. Ortada sadece ne zaman nasıl davranacağı belli olmayan, sebepsizce hırçınlaşıp ortalığı dağıtan garip bir adam var. Şöyle söyleyeyim, o meşhur 14 dakikalık Stanford konuşmasından bile Jobs’a dair daha çok ipucu edinebiliyorsunuz.

Ashton Kutcher fiziksel olarak Jobs’un gençliğine benzemiş, evet. Ama misal, Jobs gibi değil, King Kong gibi yürüyor ve film boyunca, yani kolej yıllarından 50’sine kadar hiç yaşlanmıyor, bu nedenle de birdenbire annesi olduğunu zannettiğimiz bir kadınla evlenmiş, 4 çocuklu bir “kolej öğrencisi” olarak çıkıyor karşımıza. Bu “birdenbire”ler çok var filmde zaten. Tamam, bir hayatı tüm detaylarıyla anlatamayabilirsin elbette 2 saat içinde. Ama Jobs’un yıllardır beraber olduğu ve sevdiği, en azından bize öyle gösterilen sevgilisini hamile olduğunu öğrendiği anda kapının önüne koymasından sonra neler olduğunu hiç söylemezsen, ben o adamın nasıl 4 çocuklu ve mutlu bir kocaya dönüştüğünü nasıl anlayacağım?

Yazık olmuş

Bu haliyle tek bildiğim, o hepimizin döne döne izlediği Stanford konuşmasında “Zamanınız kısıtlı. O yüzden bunu başkalarının hayatını yaşayarak harcamayın. Başka insanların fikirlerinin gürültüsünün kendi kalbinizin sesini duymanızı engellemesine izin vermeyin. Ve en önemlisi kalbinizin ve sezgilerinizin yolundan gidecek cesarete sahip olun” diyen adamın kastettiğinin, “Çocuğunuzun bile sorumluluğunu almayın, varlığını da kabul etmeyin, ‘Hamileyim’ diyen kadına hakaret edin, sizin sorununuz değildir o, kadının sorunudur, kovun gitsin” olduğu.

Ve son noktada film, “Hayat ancak onun değişebileceğini düşünen çılgınlarca değiştirilebilir” gibi kocaman bir cümle kurarken, izleyicinin sadece “Allahım sen beni bu derece çılgınlardan koru” diyesi geliyor. Sebepsizce öfkeli, sonsuz bencil, zamanında elinden tutan, ona yardım eden kimsenin kıymetini bilmeyip hepsini günün birinde satmaktan çekinmeyen bir adam anlatıp bunu kahramanlık destanı gibi sunmaya çalışan bir film, “Jobs”.
Yazık etmiş böyle iyi bir hikayeye...