Gerilimli ve acımasız bir “Metot”
Açılışlarıyla hem sektörde hem seyircide büyük umutlar yaratan dijital platformlar çoğunlukla tam da bu umuda karşılık geldiğini söyleyemeyeceğimiz içerikleriyle hayatlarına devam etmekteler. Hani izlerken “Biz televizyondaki dizilerden neden şikâyet ediyorduk ki madem aynısının kısasını izleyecektik?” dediğimiz işler çıkıyor sık sık karşımıza. Aynı melodramlar, aynı seyircinin zekasını hiçe sayan mantık hataları, bu sefer 50 dakika olduğu için daha acısız. “Bir Başkadır” dışında pek de “başka” bir şey izleyemediğimiz Netflix’in ayak sesleri yeri göğü inleterek gelen ve Burcu Biricik’in gerçekten nefis bir performans sergilediği “Fatma”sı izlerken insana “Yok artık” dedirten, bütün inandırıcı olma ihtimallerini ortadan kaldıran detaylarla dolu misal. Ne yaptılar, “Olsun ya, seyirci sorgulamaz nasılsa” mı dediler acaba?
Burada Volkan Sümbül ve Levent Cantek’in yazdığı, Çağan Irmak’ın çektiği, Çağatay Ulusoy’un hayalperest yapımcı Semih Ateş’e cuk oturduğu, özenli ve eğlenceli BluTV dönem dizisi “Yeşilçam”a bir selam gönderelim, son dönemin keyifli işlerinden biri gerçekten. Oradan da dijital platformlara karşı güven tazeleyecek başka bir diziye geçelim; Gain’in “Metot”una. Pandemi öncesinin mutlu günlerinde tiyatro izleyicisi idiyseniz mutlaka karşınıza çıkmıştır; “Metot” bir Semaver Kumpanya klasiğiydi, 10’uncu sezonunu görmek üzereydi, İspanyol yazar Jordi Galceran’ın kaleme aldığı, Serkan Keskin’in sahnelediği bir psikolojik gerilimdi. Ben izlediğimde Mustafa Kırantepe, Sarp Aydınoğlu, Serkan Keskin ve Sezin Bozacı’dan oluşan müthiş uyumlu, şahane bir dörtlü oynuyordu. Sonradan Bozacı’nın yerine Şebnem Hassanisoughi oynamaya başlamış, nitekim oyundan uyarlanan mini dizide de onu izliyoruz.
“Metot” dört oyuncunun da neredeyse tüm oyun boyunca sahnede olduğu, tek mekânda geçen, tek perdelik bir oyun. Çok uluslu bir şirkete yeni bir eleman alınacak, üç aşamayı geçen elemanlar dördüncü mülakata çağrılıyorlar. Bu sefer topluca katılacakları bir sınavla karşı karşıyalar ve bu sınavın koşulları oyun boyunca sürekli değişiyor. En azından biz seyirci olarak böyle düşünüyoruz. Son derece kaygan bir zemin var ortada, acımasız kurallar, adayları psikolojik olarak zorlayan görevler ve herkes birbirinin ayağının kayıp düşmesini beklemekte.
Tek perde ama üç saate yakın bir performanstan söz ediyoruz ve zamanın nasıl geçtiğini anlamadığınız, sürekli yeni bir gerilimin, yeni bir gizemin peşine takıldığınız, karşınızdaki karakterler hakkında ha bire fikir değiştirdiğiniz bir deneyimden. Seyirci için de son derece kaygan bir zemin söz konusu özetle.
Bunun Gain için dört bölümlük bir mini diziye dönüştüğünü görünce tabii ki sahnede böyle nefes nefese izlediğim bir işin ekranda nasıl bir duygu yaratacağını merak etmiştim. İzledim ve gördüm ki ne geriliminden ne seyirciye verdiği izleme zevkinden bir şey kaybetmiş, aksine yeni bir yaşam kazanmış. “Bunu sinemaya aktarmayı denemeseydik olmuyor muydu yani?” dedirten oyunlara benzemiyor.
Galceran’ın oyunundan Ali Onur S. tarafından başarılı bir şekilde uyarlanmış, biraz daha “buralı” espriler barındıran bir “Metot” var karşımızda. Dizinin yönetmenliğini de üstlenen Serkan Keskin bu derece uzun süre haşır neşir olduğu metni ekrana aktarırken seyircinin gözünü gerilimi artıracak şekilde yönlendirmeyi başarıyor. Görüntü yönetiminde Ahmet Sesigürgil’in imzası bulunan dizinin atmosferi hikâyenin hem gülünç hem sinir bozucu yapısına seyirciyi dahil etmekte çok başarılı. Tabii ben oyunu birkaç kez izlemiş ve çok seven biri olarak söylüyorum bunları, onu izlememiş bir seyirciyi zaten dört iyi oyuncu eşliğinde başlı başına etkileyici, gerilimli, sürükleyici bir deneyim bekliyor.