Milliyet Sanat »Yazarlar » Asu Maro | Gazetecilik mi, dedikodu mu?
Gazetecilik mi, dedikodu mu?
21 Mart 2014 - 02:03Hümeyra Esin Övet'e “Sen işini yaptın” demiş, kızmamış olabilir, fakat ben kaç senelik bir gazeteci olarak bakıyorum kusura. İşimizin insanların bizi hiç ilgilendirmeyen konuşmalarını gizli gizli dinleyip yazmak olduğuna inanmıyorum çünkü
Gazetecilik, insanların size şüpheyle yaklaşmasına neden olan, “Yanımızda gazeteci var, dikkatli olalım” duygusu veren bir meslek. Beni de bu yönüyle çok rahatsız ediyor, çünkü ben bütün meslekler gibi gazeteciliğin de bir çerçevesi olması gerektiğine inananlardanım.
Dedikoducu biri değilseniz, sizin yanınızda konuşulan ve kimseyi ilgilendirmeyen şeylerden haber çıkarıp, insanları zor durumda bırakmazsınız diye düşünüyorum. Güvenilir biriyseniz “Bunu yazma” deneni de yazmazsınız zaten, eğer söz konusu olan ne bileyim büyük bir hırsızlık, yolsuzluk, kamu yararını ilgilendiren bir mevzu değilse.
Bu mesleğin bir parçası değildir bu. Hele hele bir kafede yan masada arkadaşıyla dertleşen insanın söylediklerine kulak kabartıp, onun izni olmadan yazmanın gazetecilikle açıklanmasını hiç kabul edemiyorum.
Hümeyra nazik biri
Bu hafta başında patlayan ‘magazin bombası’ndan söz ediyorum. Hümeyra, Cihangir’de bir kafede bir arkadaşıyla buluşuyor. Belli ki uykusuz, yorgun ve gergin, dizi setindeki düzensizlikten yakınıyor. Hani hepimizin yeri geldiğinde çalışma koşullarımızdan, ne bileyim müdürümüzden, yan masadaki sinir olduğumuz falanca beyden şikayet edeceği ve fakat bunların birlikte çalıştığı insanlar tarafından duyulmasını asla tercih etmeyeceği gibi. Konuşuruz, deşarj oluruz, biter ama işte sen Hümeyra isen, yan masanda da Habertürk yazarı Esin Övet oturuyorsa bitmiyor, iki gün sonra bütün konuştuklarını magazin ekinin manşetinde okuyabiliyorsun.
Nazik ve hakkaniyetli bir insan olduğun için, yazılanları inkar etmek, kendini kurtarmaya çalışmak yerine çıkıp önce sözlerin muhatabı Gülse Birsel’den, sonra bütün ekipten özür diliyorsun.
Gülse Birsel de en az onun kadar nazik davranıp “Evet koşullar sahiden çok zor” diye karşılık veriyor. Aralarındaki dostluğun, anne-kız ilişkisinin ne kadar yara alıp almadığını ise kendileri bilirler elbette.
Kamu hizmetiymiş
Ben acaba bu haber ne işe yaradı, onunla ilgileniyorum.
Zira yazar, bir insanı bu kadar zor durumda bırakacak, uykularını kaçıracak bir yazıyı “Hep iyi niyetinden” yazdığını, bu vesileyle dizi koşullarının zorluğunu dile getirmek istediğini belirtiyor. Yani bir tür kamu hizmetiymiş bu!
Herhalde Oyuncular Sendikası’nın ya da sık sık şikayetlerini dile getiren dizi çalışanlarının yapamadığını bu haberin yapmasını, yapımcıların ve kanalların birdenbire uyanıp dizi sürelerini 45 dakikaya indirmesini umuyoruz.
Bu ulvi amaç da bizim yan masayı dinlemek gibi en hafifinden ‘ayıp’ bir şey yapıp bir de duyduklarımızı ifşa ettiğimiz gerçeğini unutturuyor. Çünkü bunun adı gazetecilik-miş, daha sonra ‘kimse kusura bakmasın’ ibaresiyle yapılan açıklamada görüldüğü üzere.
Hümeyra “Sen işini yaptın” demiş, kızmamış olabilir, fakat ben kaç senelik bir gazeteci olarak bakıyorum kusura. İşimizin insanların bizi hiç ilgilendirmeyen konuşmalarını gizli gizli dinleyip yazmak olduğuna inanmıyorum çünkü. İyi niyetliyseniz, “Konuşmalarınıza istemeden kulak misafiri oldum, bu şikayetlerinizi aktarmak isterim” diye izin istersiniz, tahmin ettiğiniz gibi kabul etmezse de yazmazsınız. Sizi ya da kimseyi ilgilendiren bir konu değil çünkü aslında, o kişinin kendi işi, kendi yorgunluğu ve şikayetleri...
Çok üzgünüm, bu yapılanın adı dedikodu, gazetecilik değil...
Madem öyle, kimse bu tanımın da kusuruna bakmasın.