Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Asu Maro | Festivallerde ‘5050x2020’ hedefine doğru

Festivallerde ‘5050x2020’ hedefine doğru

20 Nisan 2023 - 10:04
.
Film festivallerine, ödül törenlerine bu gözle bakmayacağımız günler gelecek diye umuyorum. Sahneye kaç kadın yönetmen çıktı, biz bu festivallerde kaç kadın yönetmenin filmini izledik gibi bir kriter olmayacak bir gün kafamızda, sayılar birbirine yakın olacak zaten. O güne kadar, ister istemez var.
 
Sadece Türkiye’de değil dünyada da bu bir mesele, hatta “5050x2020” gibi bir hareketin ortaya çıkmasına neden olacak kadar gözle görülür bir mesele. Neydi bu hareket? İsveç Film Enstitüsü’nde CEO olarak görev yaparken sektörde kadın-erkek eşitliğini sağlayacak çalışmalara imza atan Anna Serner, 2016’da Cannes Film Festivali’nde bir seminer düzenlemiş, “2020’ye kadar festivallerde yüzde 50/50 oranını yakalayalım” gibi bir hedef göstermişti. Buradan ortaya çıkan 5050x2020 Cinsiyet Eşitliği Taahhüdünü imzalayan festivaller, başvuran filmlerin oyuncu ve ekip üyelerinden program danışmanlarına bütün alanlarda cinsiyet dağılımını ilan etmeyi ve eşitliği sağlamayı garanti ediyordu. Bütün dünyadan festivallerin imzaladığı taahhütnameye bizden de Antalya Altın Portakal, Adana Altın Koza ve İstanbul Film Festivalleri ilk imza atanlardan olmuştu. Lakin “Altına imzamı atarım” demekle olmayacağını kısa sürede gördük. Daha taahhütnamenin ilk senesinde Venedik Film Festivali’nde 21 filmden sadece ikisi kadın yönetmenlere aitti. Bizde de durum farklı değildi. Misal 2021’de İstanbul Film Festivali’nde yarışmadaki 13 filmden sadece bir tanesi bir kadın yönetmenin imzasını taşıyordu, zaten hatırlarsanız “yönetmen yalnız bir adam”dı.
 
Şunu eklemem lazım, bu cinsiyet eşitliği meselesi kamusal alanda çok destekleniyor görünmekle beraber, bire bir sohbetlerde, pek kimse duymazken “Canım kadınlardan da pek yönetmen çıkmıyor” dendiğini, “Var da biz mi görmezden geliyoruz?” tarzı ‘esprilerin’ yapıldığını kendi kulaklarımla duymuşluğum var. Hal böyleyken, güzel anılarla geride bıraktığımız 42. İstanbul Film Festivali’nin önceki akşam Soho’da düzenlenen ödül töreninde Ulusal Yarışma’da En İyi Yönetmen (Belmin Söylemez-Ayna Ayna) ve En İyi Film (Ayşe Polat-Kör Noktada), Belgesel Yarışması’nda En İyi Film (Somnur Vardar-Boşlukta) ve Mansiyon (İdil Akkuş-Ekin İlkbağ / Düet) kategorilerinde sahnede kadın yönetmenleri görmek inkâr edemeyeceğim, benim için mutluluk verici oldu. Ayrıca Çiğdem Sezgin’in “Suna” ve Filiz Kuka’nın “Yüzleşme” filmleriyle birlikte Ulusal Yarışma’da 11 filmin dördü kadın yönetmenlere aitti ve bu tabii ki “hiç yoktan iyiydi”. Başta söylediğim gibi, bu sayıların artık kimseye bir şey ifade etmeyeceği günlerin yakın olduğunu umarak saymaya devam.
 
Baba vatana yolculuk
 
Hazır festival sona ermişken (ve kadın yönetmen demişken) size dün itibarıyla MUBI’de gösterime giren bir belgesel önermek istiyorum: “Patrida”. Anlamı, Yunanca “baba vatan”. Oyuncu Ayça Damgacı ile fotoğrafçı Tümay Göktepe, Batı Trakya göçmeni İsmet Damgacı’yı (Ayça’nın babası) 87 yaşındayken doğduğu ve yıllar önce ailesiyle birlikte ayrıldığı (ayrılmak zorunda kaldığı) topraklara götürüyorlar. Aslında bir “tersine göç” yolculuğu gerçekleştiriyorlar; İskeçe’den başlayıp Selanik ve Atina’dan geçerek Zürih’e varıyorlar. Son durak Zürih, İsmet Bey’in 10 aylıkken gidip 16 yaşına kadar yaşadığı, aslında memleket diye bildiği ve özlediği yer. Bizler de bu yolculuğun tanığı oluyor, bir süre önce kaybettiğimiz İsmet Damgacı gibi müstesna bir karakteri tanıma şansına erişiyor ve ‘aidiyet’ ve hayatımızda bize atfedilen kimlikler üzerine enine boyuna düşünüyoruz.