Milliyet Sanat »Yazarlar » Asu Maro | Dostların arasında, güneşin sofrasında
Dostların arasında, güneşin sofrasında
21 Mayıs 2013 - 12:05 | Tülay Günal ve Genco Erkal, Ali Paşa Hanı'na taşınan Dostlar Tiyatrosu'nu, Nazım Hikmet'i anan "Yaşamaya Dair - Bursa Cezaevi'nden Mektuplar" gösterisiyle açtı.Genco Erkal, kendisine doğru düzgün açıklama yapılmadan 20 küsür senelik ‘evinden’ çıkarılınca yeni bir formül düşündü ve Eminönü’ndeki ailesine ait olan Ali Paşa Hanı’nı, tiyatro salonuna dönüştürdü. Salonun açılışı, 50’nci ölüm yıldönümünde Nâzım Hikmet’i anarak yapıldı
Eminönü’nün engebeli ara sokaklarında tıkır tıkır yürürken, sonunda yolun sonunda nasıl bir yere varacağımı ben bile hayal edemiyordum doğrusu. Dükkanlar bir bir kapanıyor, demirci, kunduracı çoktan vurmuş kilidi, esnafın bir kısmı da kapıya dayanmış ilgiyle izliyor, akşam saatinde sokaktan geçen alışılmadık insan toplululuğunu. “Tiyatroya mı?” diye sordukları, yol tarif ettikleri oluyor. Belli ki tiyatro buraya bir hareket getirmiş, bir ‘konuk’, evsahiplerinin merakını celbeden.
Karanlık sokağın sonunda renkli ampulleri görünce “Bu olmalı” diyorum, önünde de bir kalabalık var zaten. Nitekim Ali Paşa Hanı tabelasını görüyorum az sonra. Altında da Dostlar Tiyatrosu yazıyor. Kendimi bildim bileli Beyoğlu’nda, Muammer Karaca Tiyatrosu’nun sokağının başında görmeye alıştığım tabela. Buraya da pek yakışmış.
Genco Erkal, kendisine doğru düzgün açıklama yapılmadan 20 küsür senelik ‘evinden’ çıkarılınca, ağlayıp sızlanmak yerine yeni bir formül düşünmüş ve Eminönü’ndeki ailesine ait olan bu hanı, tiyatro salonuna dönüştürmeye karar vermiş. Salonun açılışını da, 50’nci ölüm yıldönümünde Nâzım Hikmet’i anarak yapmayı uygun bulmuş. ‘Yaşamaya Dair-Bursa Cezaevi’nden Mektuplar’, Nâzım şiirlerinden ve şarkılarından yapılmış bir kolaj; bir müzikli gösteri. Bir salon kapanıp bir salon açılırken, bütün zorluklara rağmen hâlâ çareler tükenmezken, açılışı böylesi bir ‘şölen’le yapmak çok doğru bir seçim olmuş.
Yaşamaya dair bir duygu, bir heyecan
Hanın atmosferini anlatmak zor, öyle büyülü ki, zaten daha girer girmez neredeyse nefes almayı unutacak kadar heyecanlanıyorsunuz. Sonra Deniz Doğangül’ün viyolonseli giriyor devreye, Yiğit Atalay’ın piyanosu... Ve Tülay Günal’ın başlı başına bir enstrüman olan sesi. ‘Şu sılanın ufak tefek yolları... Ağrıdan sızıdan tutmaz elleri...’ Bedri Rahmi’nin Nâzım Hikmet için yazdığı ‘Yiğidim Aslanım’la başlıyor gece.
Sonra geliyor Nâzım’ın vatana, karısına, oğluna hasret dizeleri... Fark ettim, bazı şiirleri Genco Erkal’ın sesinden, nerede es vereceğini bilecek, hissedecek kadar çok dinlemişim. Nasıl oluyor her seferinde insanın yüreğine başka şekilde dokunabiliyor, her dinleyişte nasıl farklı bir sözcüğünü keşfediyorsunuz, hayret.
Kurgu çok başarılı olmuş, birbirinden bağımsız bir sürü sözcük ve melodi birleşmiş, bir bütün oluşturmuş sahiden. İnsanda ‘yaşamaya dair’ bir duygu, bir heyecan, bir umut yaratan...
Aralara şarkılar giriyor... Fazıl Say’a, Zülfü Livaneli’ye, Cem Karaca’ya, Tarık Öcal’a, Edip Akbayram’a, Tolga Çebi’ye, Nadir Göktürk’e, Timur Selçuk’a ait besteler... Ara ara hep bir ağızdan mırıldanıyor seyirciler de bu çoğunu ezbere bildikleri şarkıları. Yüksel Aymaz’ın ışık tasarımı etkileyici, zaten bu handa, bu gece her köşe etkileyici. Tülay Günal’ın sarı bir ışık vuran pencerenin ardında söylediği ‘Kapıları çalan benim / Teyze amca bir imza ver / Çocuklar öldürülmesin / Şeker de yiyebilsinler’ dizeleri mesela, şu an hatırlayınca bile tüylerimi ürpertiyor. Ya da Edip Akbayram bestesi ‘Analara kıymayın efendiler... Bulutlar adam öldürmesin...’ Hele hele Cem Karaca’nın ‘Çok yorgunum... Beni bekleme kaptan’ı.
Finalde hep bir ağızdan söylediğimiz Timur Selçuk’un o çok anlamlı ‘Dostların arasındayız, güneşin sofrasındayız’ şarkısı... Ve tuhaftır, sonunda her Dostlar oyununda yeniden kapıldığım o ‘dostların arasında olma’ duygusu kalıyor bende... En çok da Genco Erkal’ın vurgusuyla çok iyi bildiğim, kulağımdan gitmeyen ‘Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ’ dizeleri... O önüne çıkan engellerden yılmadıkça ben galiba bu dizeleri Genco Erkal’la daha çok özdeşleştireceğim. Çünkü ne mutlu ki devam ediyor, ‘hâlâ’...
Eminönü’nün engebeli ara sokaklarında tıkır tıkır yürürken, sonunda yolun sonunda nasıl bir yere varacağımı ben bile hayal edemiyordum doğrusu. Dükkanlar bir bir kapanıyor, demirci, kunduracı çoktan vurmuş kilidi, esnafın bir kısmı da kapıya dayanmış ilgiyle izliyor, akşam saatinde sokaktan geçen alışılmadık insan toplululuğunu. “Tiyatroya mı?” diye sordukları, yol tarif ettikleri oluyor. Belli ki tiyatro buraya bir hareket getirmiş, bir ‘konuk’, evsahiplerinin merakını celbeden.
Karanlık sokağın sonunda renkli ampulleri görünce “Bu olmalı” diyorum, önünde de bir kalabalık var zaten. Nitekim Ali Paşa Hanı tabelasını görüyorum az sonra. Altında da Dostlar Tiyatrosu yazıyor. Kendimi bildim bileli Beyoğlu’nda, Muammer Karaca Tiyatrosu’nun sokağının başında görmeye alıştığım tabela. Buraya da pek yakışmış.
Genco Erkal, kendisine doğru düzgün açıklama yapılmadan 20 küsür senelik ‘evinden’ çıkarılınca, ağlayıp sızlanmak yerine yeni bir formül düşünmüş ve Eminönü’ndeki ailesine ait olan bu hanı, tiyatro salonuna dönüştürmeye karar vermiş. Salonun açılışını da, 50’nci ölüm yıldönümünde Nâzım Hikmet’i anarak yapmayı uygun bulmuş. ‘Yaşamaya Dair-Bursa Cezaevi’nden Mektuplar’, Nâzım şiirlerinden ve şarkılarından yapılmış bir kolaj; bir müzikli gösteri. Bir salon kapanıp bir salon açılırken, bütün zorluklara rağmen hâlâ çareler tükenmezken, açılışı böylesi bir ‘şölen’le yapmak çok doğru bir seçim olmuş.
Yaşamaya dair bir duygu, bir heyecan
Hanın atmosferini anlatmak zor, öyle büyülü ki, zaten daha girer girmez neredeyse nefes almayı unutacak kadar heyecanlanıyorsunuz. Sonra Deniz Doğangül’ün viyolonseli giriyor devreye, Yiğit Atalay’ın piyanosu... Ve Tülay Günal’ın başlı başına bir enstrüman olan sesi. ‘Şu sılanın ufak tefek yolları... Ağrıdan sızıdan tutmaz elleri...’ Bedri Rahmi’nin Nâzım Hikmet için yazdığı ‘Yiğidim Aslanım’la başlıyor gece.
Sonra geliyor Nâzım’ın vatana, karısına, oğluna hasret dizeleri... Fark ettim, bazı şiirleri Genco Erkal’ın sesinden, nerede es vereceğini bilecek, hissedecek kadar çok dinlemişim. Nasıl oluyor her seferinde insanın yüreğine başka şekilde dokunabiliyor, her dinleyişte nasıl farklı bir sözcüğünü keşfediyorsunuz, hayret.
Kurgu çok başarılı olmuş, birbirinden bağımsız bir sürü sözcük ve melodi birleşmiş, bir bütün oluşturmuş sahiden. İnsanda ‘yaşamaya dair’ bir duygu, bir heyecan, bir umut yaratan...
Aralara şarkılar giriyor... Fazıl Say’a, Zülfü Livaneli’ye, Cem Karaca’ya, Tarık Öcal’a, Edip Akbayram’a, Tolga Çebi’ye, Nadir Göktürk’e, Timur Selçuk’a ait besteler... Ara ara hep bir ağızdan mırıldanıyor seyirciler de bu çoğunu ezbere bildikleri şarkıları. Yüksel Aymaz’ın ışık tasarımı etkileyici, zaten bu handa, bu gece her köşe etkileyici. Tülay Günal’ın sarı bir ışık vuran pencerenin ardında söylediği ‘Kapıları çalan benim / Teyze amca bir imza ver / Çocuklar öldürülmesin / Şeker de yiyebilsinler’ dizeleri mesela, şu an hatırlayınca bile tüylerimi ürpertiyor. Ya da Edip Akbayram bestesi ‘Analara kıymayın efendiler... Bulutlar adam öldürmesin...’ Hele hele Cem Karaca’nın ‘Çok yorgunum... Beni bekleme kaptan’ı.
Finalde hep bir ağızdan söylediğimiz Timur Selçuk’un o çok anlamlı ‘Dostların arasındayız, güneşin sofrasındayız’ şarkısı... Ve tuhaftır, sonunda her Dostlar oyununda yeniden kapıldığım o ‘dostların arasında olma’ duygusu kalıyor bende... En çok da Genco Erkal’ın vurgusuyla çok iyi bildiğim, kulağımdan gitmeyen ‘Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ’ dizeleri... O önüne çıkan engellerden yılmadıkça ben galiba bu dizeleri Genco Erkal’la daha çok özdeşleştireceğim. Çünkü ne mutlu ki devam ediyor, ‘hâlâ’...
Etiketler: Ali Paşa Hanı Asu Maro Cem Karaca Dostlar Tiyatrosu Edip Akbayram Eminönü Fazıl Say genco erkal muammer karaca tiyatrosu Nazım Hikmet Timur Selçuk tülay günal