“Doktora şiddet” ne demektir?
Bir dile yerleşen kalıplar o topluma dair ne çok şey söylüyor aslında. Ne bileyim, başka bir dilde “doktora şiddet” diye bir tamlama var mıdır mesela? “Doktor”la “şiddet” böyle sürekli yan yana kullanılan, bir araya geldiğinde herkese bir şey ifade eden sözcükler midir? Haber başlıklarında sürekli karşımıza çıkar mı? Bizde inanılmaz yaygın çünkü. Yazın arama motoruna ve görün, “doktora şiddet” konulu kaç ayrı haberle karşılaşacaksınız.
Mesela en son Nevşehir Devlet Hastanesi’nde olanı göreceksiniz. DHA’nın haberine göre, dermatoloji uzmanı Dr. Rıdvan Güneş, randevu sırası dolduğu için numara vermediği hastanın babasının saldırısına uğramış. “Randevum da sıra numaram da yok ama bana bakmak zorundasın” diyerek, yumruk atarak, üstünü başını yırtarak saldırmış doktora adam. Doktorun da “Bakmayacağım oğluna” diye bir ısrarı yok üstüne üstlük. Öğlene kadar bakacağı 100 hastalık sıra dolmuş, “Öğle arasından sonra bakacağım” diyor. Evet, bir doktor öğlene kadar 100 hastaya bakıyor, 101. olamayandan da dayak yiyor. Gerçekten rüya gibi bir meslek, hele eğitim süresini, mecburi hizmeti falan da hesaplayınca.
Sonra dönüp DW Türkiye’nin “Doktorlar neden Türkiye’den Almanya’ya göç ediyor?” dosyasını izliyorum. Gerçekten, neden gidiyor olabilirler? Gencecik doktorlar, gidip orada yeni bir hayat kurmuşlar. “Türkiye’de doktor olarak kendini yalnız hissediyorsun” diyor hepsi. Tabii ki koşulların rahatlığından söz ediyorlar; işte haftada 40 saat gibi bir çalışma süresinden, bütün fazla mesailerin dakika dakika hesaplanıp toplamdan düşüldüğünden, bir akşam mesela ameliyatta geç saate kaldıysa ertesi gün kimseye haber verme zorunluluğu olmadan çalışmama hakları olduğundan söz ediyorlar. Türkiye’de bir devlet hastanesinin acil servisinde bir doktorun gördüğü günlük hasta sayısının orada bir haftalık sayıya tekabül ettiğini, Alman meslektaşlarının “Herhalde 50 diyecekti, dile hâkim olmadığından yanlışlıkla 500 dedi” diye düşündüğünü anlatıyor, kardiyoloji uzmanı Ata Üçertaş. “Zaten hastayı görmezsen dayak yeme riskin var” da dedi mi meslektaşlarına bilmiyorum ama herhalde röportajda söylediği en acıklı cümlelerden biri, “Almanya sana ne verdi?” sorusuna cevabı. “Kaybettiğimiz bir hastanın yakınına kötü haberi vermeye gittiğimde elini tutup beraber üzülebiliyorum. Haberi vermek için yanımda üç tane güvenlik görevlisiyle gitmem gerekmiyor”.
Bu da tahminen başka bir ülkede bir şey ifade etmeyen bir cümle olsa gerek. “Ne kadar insani bir istek, hasta yakınının elini tutarak onunla birlikte üzülmek” der duyan biri, “Neden kendi ülkesinde yapamıyor olsun ki?” Hiç tereddüt etmeden “Şiddete uğramayan arkadaşımız yok gibi” diye anlatıyor, Dr. Ata Üçertaş, “şiddet olaylarından bir sonuç da çıkmıyor, çaresiz hissediyorlar kendilerini”.
Yukarıda anlattığım Nevşehir Devlet Hastanesi olayında saldırgan baba “Televizyonda gördüğümüz gibi boşuna dövmüyorlar doktorları” demiş. Öyle dese ne değişecekti ama “Bir an kendimi kaybettim, hata ettim, pişmanım” gibi göstermelik bir yaklaşımı da yok yani. Haklı olduğunu, karşısındaki doktorun şiddeti hak ettiğini düşünüyor. Öyle ya, kabadayılık her alanda geçer akçe, hastanede neden olmasın?