Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Asu Maro | Bu hayatı mı hak ediyoruz?

Bu hayatı mı hak ediyoruz?

08 Şubat 2013 - 10:02 | Pınar Çağlar Gençtürk ve Deniz Karaoğlu, Yan Etki oyunu "Kurabiye Ev"de çocuklarını satmaya karar veren genç bir çifti canlandırıyorlar.
Parlak bir mizah ve çarpıcı bir fikirle başlıyor ‘Kurabiye Ev’. Genç bir karı koca, kanepeye uzanmış televizyon izlerken adam birden “Hayatım, şuradan suyu uzatır mısın?” doğallığında, “Tatlım, bence çocukları satmalıyız” diye giriyor lafaSıfır Nokta İki’nin ‘Yalnızlar Kulübü’ oyununda göz alıcı bir oyuncu tanıdığımı yazmıştım: Pınar Çağlar Gençtürk. Bu kez yine onun izini sürerek Tiyatro Yan Etki’nin ‘Kurabiye Ev’ oyununa gittim. Bu arada genç oyuncunun Akademi İstanbul ve Yeditepe Üniversitesi Tiyatro Bölümü mezunu olduğunu, ‘Yedi Kocalı Hürmüz’ filminde, ‘Muhteşem Yüzyıl’da oynamış olduğunu gördüm ama belli ki o da ışığı sahnede parlayanlardan. Ve bu sefer Pınar Çağlar Gençtürk’e bir kez daha hayran olduğum yetmezmiş gibi, çok iyi oynayan bir oyuncu ekibiyle daha karşılaşmış oldum. Hele Deniz Karaoğlu’nu daha önce izlemediyseniz benim gibi, büyük kayıp içindesiniz, elinizi çabuk tutun...

İyi bir absürd komedi olabilir-di

Parlak bir mizah ve çarpıcı bir fikirle başlıyor ‘Kurabiye Ev’. Genç bir karı koca, kanepeye uzanmış
televizyon izlerken adam (ki adı Brian) birden “Hayatım, şuradan suyu uzatır mısın?” doğallığında, “Tatlım, bence çocukları satmalıyız” diye giriyor lafa. Karısı Stacey, her normal insanın böyle bir anda yapacağı gibi gülüyor önce, “Tabii, kırmızı bir buzdolabı alabiliriz karşılığında” gibi bir cevapla kendince şakaya katılıyor. Sonra bakıyor ki Brian ciddi... “Kabul et ki olmadı bu çocuklar. Biri aptal bir kere, yeri yaladı geçen gün... Öteki desen, bütün gün uğraştı şu aptal kuleyi yaptı” diye başlayıp, “Eskiden ne mutluyduk, sen çok güzeldin, ben o günleri geri istiyorum, yeni bir hayata başlayabiliriz”e getiriyor meseleyi. Meğer iş arkadaşı Marco’nun parlak bir fikri varmış; Arnavutluk’taki süper zengin ama çocuksuz ailelere çocuk satmak gibi... Bakıyoruz Stacey’nin de aklı yatmaya başlıyor ufak ufak... Çünkü evet çok yorucu şey, çocuklu hayat... Ve evet o parayla birçok şey yapabilirler... Daha iyi bir hayatı ‘hak etmiyorlar’ mıdır? Hem çocuklar da çok mutlu olur orada?

Mark Schultz bir tür Hansel-Gretel masalı yazmış. Grimm Kardeşler’inki de yeterince acımasızdı, günümüze ayak uydurmuşu çok daha sert. Bencilliğimizi, habire ‘yeni hayat’ arayışlarımızı, bu uğurda bütün insanlık dışı halleri ‘rasyonelleştirme’ çabamızı ve ne kadar ileri gidebileceğimizi çok güzel ele alan bir absürd komedi olabilir-di. Ancak belli bir yerden sonra o abuk subuk durumu gerçek temellere oturtmak için adeta tür değiştirmiş yazar. İlk sahnede yakalanan ton devam etse, sahiden çok parlak bir oyun olurdu.



Oyunculuklar çok başarılı

Ama Serkan Üstüner’in özenli rejisiyle izlediğimiz ‘Kurabiye Ev’, bu haliyle de ilginç bir oyun ve merakla takip ediliyor. Bunun da baş nedeni çok iyi oynanıyor oluşu. Hele Deniz Karaoğlu’nun Brian’ı aşık bir kocadan suratına tükürülesi bir pisliğe adım adım dönüştürmesine şapka çıkarılır. Faruk Barman’ın oynadığı Marco, Amerikan filmlerinden fırlamışa benzeyen pişkin bir üçkağıtçı. Ve anlaşılan biz o tipleri öylesine içselleştirmişiz ki, Marco’yu basbayağı ‘bizden biri’ gibi görüyoruz, Barman’ın oyunculuğundaki doğallığın, rahatlığın da yardımıyla. Barış Kıralioğlu, Özgür Özgencer, Sinem Reyhan Kıroğlu sahnedeki kısa süreli ama etkili varlıklarıyla bütünü tamamlıyorlar.

Yan Etki, ‘Kurabiye Ev’i, yaklaşık 30 seyirci alan Asmalı Sahne’de oynuyor. Genç bir ekibin çok temiz işini görmek, ışıklı genç oyuncular tanımak ve çağımız üzerine düşünmek için görülmeli: O pek istediğimiz yeni ve cilalı hayatları mı ‘hak ediyoruz’ sahiden? Yeni buzdolapları, Karayip tatilleri, bedelini ödemek için bir ömür tüketeceğimiz apartman daireleri mi? Bütün yüklerimizden, sorumluluklarımızdan sıyrılıp yapayalnız ve çok özgür olmak... Sadece kendimiz için yaşamak... Bu mu hak ettiğimizi düşündüğümüz ‘yeni’ hayat?