Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Asu Maro | Belki de o kadar yalnız değilizdir

Belki de o kadar yalnız değilizdir

21 Aralık 2016 - 12:12 | Ayça Damgacı ve Nuri Harun Ateş, Çiyil Kurtuluş'un yazdığı, Ebru Nihan Celkan'ın yönettiği buluT Tiyatro oyunu 'Biraz Ben Biraz Sen'de.
buluT Tiyatro'nun yeni oyunu 'Biraz Sen Biraz Ben', yalnızlık derdine umutlu, esprili, insanın içini aydınlatan bir yerden yaklaşıyor
ASU MARO
 
"Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar... Yeryüzünde sizin kadar yalnızım..."
 
Salon kararmış, bir bu şarkı geliyor kulağımıza derinden, gittikçe yaklaşarak. Tüylerimizin diken diken olduğu bir an. Öyle insani ve herkeste aynı bir duygu ki, hayatının bir döneminde olsun "Bir haykırsam belki duyulur sesim" noktasına gelmemiş kimse yoktur herhalde.
 
İşte o sınıra gelmiş, hatta ötesine geçmiş biri, 40'lı yaşlarının ortasında bir kadın; Handan, kayalıklara çıkmış denizi seyrediyor. Seyrediyor demek belki doğru değil, sabit bakışlarla denizin karanlığına bakıyor. Ölü balık gibi. Kendini boşluğa bıraktı bırakacak.
 
Bir diğer gece yalnızı, 30'lu yaşlarındaki Buse, doğuştan olmasa da bütün hücrelerine kadar kadın; müşterisi gelmemiş, şarkısını mırıldanarak yaklaşıyor.
 
Birbirinden gündüz ile gece kadar farklı iki kadından, yolları tesadüfen kesişen iki yabancıdan bir 'kızkardeşlik' çıkar mı, sorumuz bu. Önce tanışacaklar, birbirlerinin dünyasını anlayacaklar, karşılıklı önyargıları, küçümsemeleri, hor görmeleri bir yana bırakacaklar, uzun ve meşakkatli bir süreç. Belki de sadece bir kilo hamsiyi kızartıp aynı sofrada karşılıklı yemek kadar kısa. Bir sigara istemek her şeyin başlangıcı olabilir. 
 
Nuri Harun Ateş ve Yeliz Demir 'Biraz Ben Biraz Sen'de iki trans kadını canlandırıyor.
 
Çocukluk anısından oyuna
 
Günümüz insanının dertlerine, hayatın acımasızlığına dair çarpıcı oyunlar sahneleyen buluT Tiyatro, yeni oyunu 'Biraz Sen Biraz Ben' ile o dertlerin en acımasızlarından 'yalnızlığa', umutlu, esprili, insanın içini aydınlatan bir yerden yaklaşıyor. Topluluğun bugüne kadarki bütün oyunlarının yazarı Ebru Nihan Celkan bu kez sadece yönetmen koltuğunda. Ama metin, Celkan'ın Notos Atölye'de verdiği "Oyun İçin Yaz!" atölyesinde doğmuş. Atölyenin katılımcılarından Çiyil Kurtuluş, bir çocukluk anısından yola çıkarak yazmış oyunu... Anneannesinin elinden tutmuş Beyoğlu'nda yürürken gördüğü kısa etekli, file çoraplı bir kadından... Çocuk kalbine düşen "Bu soğukta ne kadar üşüyordur" üzüntüsünden.
 
Ve o zaman sarıp sarmalayamadığı o kadını almış, Buse adını verip sarp kayalıklara koymuş. Yanına da hayatının kazığını yemiş, dünyası başına yıkılmış, kendisini denize atıp kurtulmayı planlıyor gibi görünen, kapalı kutu Handan'ı oturtmuş. Ve bu iki kadına, erkeklere muhtaç olmayacakları, birbirlerinin elini tutarak güçlenecekleri, artık üşümeyecekleri bir hikâye yazmış. Bir de Buse'nin ev arkadaşı Melek'i eklemiş ki, o da o gece gittiği müşteriden ötürü hikâyede kilit bir rol oynuyor. Bu kadın dayanışmasının, kader ortaklığının üçüncü ayağını oluşturuyor.
 
Kadıköy Emek Sahnesi'nde bir merdivenle ayrılan üç mekanda geçiyor oyun: Kayalıklardaki bank, Buse'nin ve Melek'in müşterisinin evleri. Dekor tasarımına imza atan Serkan Kavurt, özellikle Buse'nin o küçük salonunu sahibinin bütün karakterini yansıtan objelerle bezemiş. Aynı şey Çağla Yıldırım'ın kostüm tasarımı için de geçerli. 
 
Klişelere sapmıyor
 
Zaten Buse öyle renkli ve eğlenceli, öyle kendine özgü bir karakter ki, bütün oyunu kendi şeker pembe rengine boyuyor. Bugüne kadar şarkı söylerken izlediğimiz 'kafası karışık kontrtenor' Nuri Harun Ateş de asla klişelere sapmayan ve karikatüre kaçmayan yorumuyla onun hakkını sonuna kadar veriyor. Karşısında, katı doğruları ve yanlışları olan, can sıkıcı derecede kapalı, nezaketle soğukluğun dengesini şaşıran Handan'da Ayça Damgacı var ki bu kadar ters köşe bir karakterde de son derece başarılı. Yeliz Demir Buse'nin telaşlı, ürkek can yoldaşı Melek olarak akılda kalıcı bir performans sunuyor, tek sorun, onun da trans olduğunu anlamak çok mümkün değil.
 
"Biraz Sen Biraz Ben", karakterlerini yalnızlıklarından alıp dönüştürerek dostluğun sıcak kozasına taşıyan, bu sırada seyirciye de şefkatli bir el uzatan, sadece belki bunu biraz fazla hızlı yapan bir oyun. Aradaki buzların kırıldığı noktayı yakalayamıyoruz. Ama bu, kırılmasından duyduğumuz mutluluğu da, çıkarken yüzümüze yayılan gülümsemeyi de azaltmıyor. Belki de sandığımız kadar yalnız değilizdir, gökyüzündeki yıldızlar yalnız gezebilir ama biz birbirimize yaklaşabiliriz. 
 
Nihal Yalçın 'Antabus'ta.
 
Üçüncü sayfadan sahneye
 
Geçen yıl 'Antabus'ta tanışmıştık Leyla Taşçı'yla. Yüzü buzlanmış bir mahkumdu. Bir üçüncü sayfa haberi. Alt kattan çığlıkları geldikçe kıstığımız televizyonda yüzümüze çarpan gerçek. Varlığını unuttuğumuz vicdanımızın sızısı. 18'inde çalıştığı konfeksiyon atölyesinde solan umutları, abilerinin, babasının, kocasının ve olan bitene sessiz kalan kalan anasının eliyle yok edilmiş bir hayatı, kendi kaderini paylaşmalarından korktuğu için istemeden doğurduğu çocukları vardı.
 
Dayaksız bir dünya hayal bile değildi de, hiç değilse daha az dayak yemek, daha az tecavüze uğramaktı derdi. O 'içimiz kaldırmadığı' için çeviriverdiğimiz sayfadan, kapattığımız ekrandan çıkıp bize hikâyesini anlatmaya gelmişti.
 
Seray Şahiner'in kalemiyle can bulan Leyla'nın hikâyesini Nihal Yalçın aktarıyor bize. Sahneye koyan İlham Yazar. 'Antabus', artık yeni evi olan Semaver Kumpanya'da seyirciyle buluşuyor. Çok çarpıcı bir hikâye ve bir oyunculuk dersi, sahiden unutulmayacak bir deneyim.