“Belki de aşınmamak mümkündür”
Yüzümüzde Zorlu PSM görevlilerinin kapıda dağıttığı, içeri girmek için takmak zorunda olduğumuz (ve aslında yüze pek oturmayan) turuncu maskeler, HES kodlarımızı cihaza okutup giriyoruz salona. Kuralları var katılacağımız oyunun. Salonun ışığı sönüyor, sahneninki yanıyor, oyun başlıyor. Bir sandalyede oturan oyuncu, ışıkla beraber anlatmaya başlıyor. Son derece enerjik, halinde tavrında belki bir minik tereddüt, “Nasıl başlayalım? Ama biraz soğuk burası!“ ve ardından gelen uyum. O anlatıyor, biz dinliyoruz, arada sönen ışıkla kesiliyor konuşması, biraz huysuzlanıyor, derken görünmez bir kumandadan komutlar gelmeye başlıyor. Kurallar ekleniyor oyuna. İşte kolunu kavuştur, sağa dön, bacak bacak üstüne at… Biz seyirci olarak görüyoruz, ışıklı tabelalardan gelen emirleri, oyuncu seslerini duyuyor sadece, zamanla tek tek ayak uyduruyor ve zorluk derecesi giderek artan bir performans başlıyor sahnede.
Şahika Tekand’ın geliştirdiği “performatif sahneleme ve oyunculuk yöntemine” aşina olanlar, onun 33 yıllık Studio Oyuncuları’nın birbirinden sürprizli işlerini takip edenler için bile çarpıcı olmayı başaran bir oyun, “Aşınma”. Tekand, metni 2008 yılında yazıp sahnelediği “Karanlık Korkusu”ndan yola çıkarak tek oyuncu için yeniden kurgulamış ve o oyuncu da 27 yıldır bitmeyen yol arkadaşlığını sürdürdüğü öğrencisi Yiğit Özşener. Hem çok yetenekli ve denemekten, aramaktan hiç vazgeçmeyen bir oyuncu, hem Şahika Tekand’ın yöntemine son derece aşina, ortaya çıkan işin nefes kesici olmaması zaten çok zordu. Fakat sonuç çok daha fazlası.
Şahika Tekand, beş farklı karakterin özelliklerini yüklemiş tek oyuncuya. Omurgası “zeki, muhalif, şikayetçi, akıllı” biri, fakat değişen kurallar, artan baskılarla farklı aşama ve “aşınma”lardan geçip birçok farklı karaktere bürünüp tanınmaz hale gelebiliyor. Biz de bütün o “aşınma”ları, o karakterler arası gidiş gelişleri ve aslında ortada akan tek monoluğu ibretle ve muhtemelen kendimize “Orada o koşulu neden kabul ettim, başka çare yok muydu, korktuğum şey o kadar korkulacak bir şey miydi, korkmasaydım ne olurdu?” türünden sorular sorarak izliyoruz.
Tabii bütün bu bir saatlik seyir deneyiminin bu derece heyecanlı ve eğlenceli olmasının en büyük sebebi, oyuncuya peş peşe dayatılan komutlar ve onun bunlara verdiği karşılıklar. (Sesli komutlar Zeynep Gedizlioğlu’nun bestelerinden alıntılardan oluşuyor). Nasıl bir tempo, nasıl bir koşuşturma, böyle bir hız içinde ve baskı altında hâlâ nefes nefese kalmamayı nasıl başarıyor? Peki biz gerçek hayatta düşünmemize fırsat vermeyen hıza ve nefes almamızı zorlaştıran türlü baskıya nasıl ayak uyduruyoruz?
Yiğit Özşener, Şahika Tekand ile birlikte Milliyet Sanat dergisi için Ceyda Ulukaya’ya verdiği röportajda “Düdüklü tencereye bir kurbağa attığımızı düşünün. İşin sırrı suyu yavaş yavaş ısıtmakta. Tarifimizin olmazsa olmazı ‘insanın sürekli görünür, işitilir, vazgeçilmez olma arzusu’. Bu arzuyu küp şeklinde doğrayıp baharatlarla da zenginleştiriyoruz. Kurbağa halinden memnun. En ‘Hah iyi böyle ya’ dediği anda da, üzerine acıyı basıyoruz, şok uyguluyoruz. Çok mu öfkelendi? Düdüklümüzün havasını boşaltıyoruz biraz. Kendisini ifade etmesine müsaade ediyoruz. Görece bir rahatlık oluyor. Bu bir anlık rahatlık, asıl özlemle ihtiyaç duyulan özgürlüğün konuşulmasını erteliyor, hatta unutturuyor. Oyundaki halimi az çok böyle tarif edebilirim” diye anlatıyor.
Ve bütün bu hali iliklerine kadar yaşarken seyirciye de olanca gerçekliğiyle hissettiriyor. Bir aşınma performansı. Ama sözü Şahika Tekand’a bırakarak noktalarsak: “Belki de oyunun adını günümüz insanına bir sesleniş gibi, sadece tonlamayı değiştirerek okursak oyunun ifade etmeye çalıştığı gerçek ve çağrı bir sese kavuşur: Aşın-ma! Hemen kabul etme, bahaneler üretmeyi bırak, bir dur, düşün, belki de başka türlüsü mümkündür”.