Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Asu Maro | "Biz hiç eşcinsel görmedik”

"Biz hiç eşcinsel görmedik”

12 Haziran 2013 - 02:06
Karşındakini dinlemeye ama öyle önyargılarının perdesi arkasından, yarım kulak değil, gerçekten ‘dinlemeye’ başlarsan; duyduğun şeyi, süzgecini kullanabileceğin bir yüreğin ve aklın da varsa, mutlaka bir şekilde anlıyorsunGezi Parkı’ndaki direnişin, orada bir süredir devam eden yeni hayatın bence en büyük faydalarından biri, insanların daha önce hiç karşılaşmadıkları başka düşüncelerle, başka yaşam biçimleriyle yakın temas içinde olması. Gözlemleyebildiğim kadarıyla bu, önce uzaktan tereddütle bakmak, sonra bir adım yaklaşıp daha yakından incelemek, sonra da yanlarına oturup onları daha yakından tanımaya çalışmak şeklinde tezahür ediyor. ‘Ötekileştirme’ belasından kurtulmanın yegane çözüm yolu da bu noktada devreye giriyor zaten. Karşındakini dinlemeye ama öyle önyargılarının perdesi arkasından, yarım kulak değil, gerçekten ‘dinlemeye’ başlıyorsun ve duyduğun şeyi, süzgecini kullanabileceğin bir yüreğin ve aklın da varsa mutlaka bir şekilde anlıyorsun.

Küçük ama önemli bir adım

Geçen gün bir arkadaşımdan dinlediğim hikaye mesela, bunun en güzel örneklerinden biri. Arkadaşım eşcinsel ve birkaç genç kadınla Gezi Parkı’nda LGBT örgütlerinin önünde sohbet ediyor bir müddet. Sonra kadınlar soruyorlar, “LGBT ne demek?” diye, “Lezbiyen, gey, biseksüel, transseksüel, travesti” cevabını alıyorlar. Bir sessizlik geliyor önce, “Biz hiç görmedik öyle birini hayatta” diyorlar sonra, arkadaşım da “İşte görüyorsunuz” diyor.
O ana kadar kafalarında gey, lezbiyen sözcükleri nasıl bir uzaylıya tekabül ediyordu bilmiyorum ama, şunu biliyorum, daha önce böyle bir konuya hiç kafa yormamış bir grup kadının kafasında şu an bir fikir var. Ve bu, küçük ama önemli bir adımdır. Herkese önerilmesi gereken bir adımdır...

Dünya sizin gibi düşünmeyen, sizin gibi yaşamayan, inançları, tercihleri, değerleri, ahlak anlayışları sizinki gibi olmayan insanlarla dolu ve her birinin yaşama hakkı sizinkiyle eşit. İlkokulda öğrenilmiş olması gereken bir şeyden söz ettiğimin farkındayım ama herhalde bir pratik gerekiyor, teorik bilgileri hayata geçirmek için. Ve dün yayımlanan röportajımızda Ertuğrul Kürkçü’nün dediği gibi “Demokrasi nedir diye sorarsanız, Gezi demokrasidir.”

Bu belgeseli kaçırmayın

Buradan sözü, Gezi ikliminde (Evet, İstanbul Valisi Mutlu’nun 10 küsür gün sonra fark edip özür dilemesine neden olan ıhlamur kokularının arasında) gözden kaçıp gitmesini istemediğim bir filme getirmek istiyorum; ‘Benim Çocuğum’a. Daha önce, ifİstanbul’da gösterildiğinde sözünü etmiştim, yönetmen Can Candan’ın çocukları gey, lezbiyen ya da transseksüel olan ailelerle birlikte yaptığı bir belgesel. “Birlikte” dedim, çünkü gereksiz süslemelerden kaçınılarak yapılmış bu filmin ana malzemesi, yaşadıkları deneyimi bütün samimiyetleriyle anlatan, bu güzel anne-babalar. Korunaklı aile yuvalarında, kendi çocuklarında bu yüzleşmeyi yaşayana kadar, konuyla alakaları Gezi Parkı’ndaki o kadınlar kadar olan anne-babalar. Çoğu uzun süre burunlarının dibindeki işaretleri görmemiş, belki görmezden gelmiş ama sonunda içlerinden Şule’nin dediği gibi, “Duvara toslamış” ve artık kaçacak yer kalmayınca durumu kabullenme mücadelesine girişmiş bu insanlar, kameranın karşısına geçip gözlerini gözlerinize dikip hikayelerini anlatıyorlar. Kaçak dövüşmeden, saklanmadan, gizlenmeden... Ve siz, gözlerinizi başka yere çeviremediğiniz için, görmeye, duymaya, sonunda da anlamaya başlıyorsunuz.

‘Benim Çocuğum’u izlediğimde filmin ülkemizde gösterime girmesinin çok önemli ama bir o kadar da imkansız olduğunu düşünmüştüm. Hepimiz öyle düşünmüştük. Bir mucize oldu, film, cuma günü gösterime girdi. Sadece iki sinemada; Ankara Büyülüfener ve İstanbul Beyoğlu Cinemajestik. Acele edin.