Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » Taptaze bir yazar
Şubat 2014
Sadece polisiye kitaplar basan Labirent Yayınevi’nden çıkan "Süleyman'ın Kuyuları", bir ilk yazarın ustaişi ilk kitabı.
Geçtiğimiz 12 Şubat'ta Çarşamba akşamı polisiye camiası mutlu bir olay için bir araya geldi. Bayağı kalabalıktık: Celil Oker (kitap, hocaya teşekkürle başlıyor), Çağatay Yaşmut, Çağan Dikenelli ve Labirent Yayınları destekçisi hanımlar: Esmahan Aykol, Sibel Köklü, Piraye Şengel, yılın ortasında Labirent’ten çıkacak bir başka ‘ilk kitap’ın yazarı Verda Pars, polisiye eleştirmen ve programcıları adına da bendeniz. Gecenin kahramanı ise, “Süleyman’ın Kuyuları”nın mürüvvetini gören Hesna Onbaşı’ydı. Bir de, Labirent’in kurucusu, şövalyesi, hizmetkarı Hüseyin Çukur. Bu tür bir araya gelişler hakikaten hepimize cesaret veriyor.
Hesna Onbaşı’nın kitabının birinci bölümü “Ağlayan Cellât”, İstanbul’da, Zilhicce-1552’de başlıyor. Adı geçen cellât, Kara Ali. "Ağlama nedeni, dışarıdaki kara kışa rağmen, yüreğini yakan ateşle soğuk soğuk ter dökmesi. İşkence âletlerini hazırlarken, asma kattan gelen sesleri duyuyor. Belli ki yukarıda iki kişi var: Biri, Vezir-i Azam Rüstem Paşa’ydı. Diğerinin kim olduğunu düşününce bütün kasları gerildi. Üç cihanın padişahı Kanuni Sultan Süleyman, küçük zindanın asma katından ona doğru bakıyordu. Kara Ali, yanına getirilen mahkûm üzerinde bütün maharetini gösteriyor. Ta ki o canını verene kadar." Bu giriş bölümünü okuyup da Muhteşem Süleyman devrinden bir polisiye ile karşı karşıya olduğunuzu düşünürseniz yanılırsınız.
Sarayda soygun
Yazar, ikinci bölümde modern bir melanet örneği sunduktan sonra üçüncü bölümden itibaren bizi romanın günümüzdeki karakterleri ile tanıştırmaya başlıyor. Esas kahramanımız öfkesiyle maruf Gayrettepe Asayiş Şube Müdürü Sami. Ama akılda kalıcı başka karakterler de var: Sami’nin yardımcısı Mert, tarihçi Cahit Gürel, müdürlüğe yükselmiş genç gazeteci Serdar, tüysüz muhabir Ahmet, Hırsızlık Masası’ndan Mustafa Müdür, Adli Tıp’tan Cihan...
Müdüriyete gelen Serdar’a göre aynı akşam hem Topkapı Sarayı’nda soygun yapılmış, hem de sarayı mesken tutmuş Cahit Bey evinin önünde darp edilmiş.
Bir heykel bir kitap
Bir dehlizde ise kafaları kesik iki ceset var. İşin ciddiyetini ise, darp sonucu hastaneye kaldırılan Cahit Hoca'nın abartılı tepkisinden anlıyoruz. Gürel, Harem tarafında depo olarak kullanılan kilerlerden ikincisinin soyulduğunu ve bazı elyazması eserlerin çalındığını duyunca, sapsarı oluyor. Çünkü kimsenin bulmasını istemediği, bulunacağından korktuğu iki şeyi, bir heykel ve bir kitabı oraya saklamış. İki cesedin, Üsküdar’ın hırsız yatağı Selamsız semtini mesken tutan bir baba oğula ait olduğu anlaşılınca Sami Müdür, emekli polis bir arkadaşının tavsiyesi üzerine oraya, Ustura Cevat’ı görmeye gidiyor. Bir miktar heyecan yaşadıktan sonra da, yardımını sağlamayı başarıyor. Ölen baba-oğul, dışarıdan bir iş almış. Çok para vaadine kanıp kabul etmişler. Heykel ve kitap kelimelerini Ustura da telaffuz ediyor. Üstelik sanki Hahambaşı Benyamin Bahir de bu işi biliyor gibi.
Hesna Onbaşı’nın, henüz çıktı halindeyken okuyup beğendiğim romanı, gerçekten de insanda hiç ilk roman izlenimi uyandırmıyor. Karakterleri ustalıkla çizilmiş, olay örgüsü koltuk kenarında oturtacak türden. Derinliği de var, heyecanı da. “Süleyman’ın Kuyuları” okura yeni bir yazar tanımanın ötesinde bir keyif vadediyor.