“Ayasofya’da Bir Çığlık"
Melih Esen Cengiz
Altın Kitaplar
Fiyatı: 155.80 TL
Polisiye
1943’ün ªubat ayında, İstanbul halkı, Türkiye İkinci Dünya Savaºı’nda yer almadığı halde hâlâ endişe içerisindedir. Ayın 25’inde Sirkeci’ye gelen bir tren ise halkın hem ilgisini çeker hem de korkmasına yol açar. Çünkü bu Üçüncü Reich’ın özel trenidir ve 1921’de Almanya’da suikasta kurban giden Osmanlı’nın son Sadrazamı Talat Paşa’nın Türk bayrağına sarılmış tabutunu taşır. Üstelik savaşın civcivli bir ânında bu trende, hem de Almanlar’ın Leningrad kuşatmasında Ruslarla başı dertteyken, birçok önemli Nazi subayıyla bir Alman general vardır. General, hazır Talat Paşa’nın naaşı yurda dönmüşken ziyarete kapalı olan ve müze olarak kullanılan Ayasofya’yı da ziyaret etmek ister. Ankara “Hayır” diyemez. Hatta İstanbul’a iki istihbarat (MAH) üyesi de yollanmıştır.
Ancak sakin bir ziyaret ümitleri, iki ölümle yıkılır gider. Aya Yorgi Kilisesi'nin genç Rum Ortodoks Papazı Mikhail Harmanlis ziyaret günü caminin minaresinden düşüp ölür. Sultanahmet Camisi imamı Muhlis Zafer’in cesedi de gene Ayasofya’da bulunur. Ankara uzak durmayı tercih edince, her iki cinayetin soruşturması, Sultanahmet Karakolu komiseri Atilla’ya verilir. Komiser, Paºa’ın yabancısı değildir. Bir dönem emir subaylığını yapmıştır. Hatta rahmetlinin traş olduğu çatlak ayna da ondadır, hâlâ kullanır. Karakol ise, Talat Paşa’nın eski köşküdür. Türk ordusundan yüzbaşı rütbesiyle emekli olan karakol amiri Atilla ile komiser muavini Mesut cinayetleri çözmek için çalışmaya başlar, ama pek destek göremezler. Almanlar besbelli korundukları için, onları sorguya bile çekemezler. Heyetle gelmiş Alman sanat tarihçi Simon Edelstein bile koruma çerçevesinde kalır.
Göreceli doğrular
Melih Esen Cengiz’in uzun süredir üzerinde çalıştığı “Ayasofya’da Bir Çığlık” adlı kitabı (ki, bu çığlık minareden düşen Mikhail’e aittir) nihayet merak edenlerin merakını giderdi sayılır. Sayılır dedim, çünkü final aslında bizim yorumumuza bağlı. Yazar bir söyleşide, “Sonunda sadece ama sadece okur gerçeği yakalar, kahramanımız genellikle göreceli doğrularla yetinirken,” diyor. Ahmet de yabancımız değil, yazarının sevdiği bir kahraman. Anti-kahramanları, mükemmel şekilde donanmış kahramanlara tercih eden Cengiz “Ayasofya’da Bir Çığlık"ta da bu tercihini korumuº, çok da iyi etmiº. Komiserimiz esas kahramanımız olsa da karakterden karaktere atlayarak neredeyse her bölümde baºka birinin görüº açısından anlatılan kitabın çoğu kiºisi, belki biraz da bu sayede aklımızda kalıyor. Bu yöntemin kitabın hızlı akıºına ve sürükleyiciliğine yararı olduğu ise inkâr edilemez.
Merkez Ayasofya
Son yıllarda iki dünya savaºı sırasındaki İstanbul’un mekânı olduğu kitaplara rastlamaya başladık. Bir dünya savaşından uzak kalmayı başarmış Türkiye’yi ve İstanbul’u, ºehrin üstüne çökmüº mecazi bulutları Kitap Dergisi Ödüllü Burak Özgüç ("Eski ªehrin Gölgesinde" ve "Bahar Temizliği" romanlarında) anlattı. Suat Duman ise “1918: Ah Dehºet, Dehºet Dehºet” serisiyle savaºın ta göbeğindeki İstanbul’u ele aldı. Cengiz’in “Ayasofya’da Bir Çığlık”ının merkezine gelince, o merkez, İstanbul’un da merkezi olan Ayasofya…