Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » “Babam değerleri yaşatarak öğretti”
Ocak 2019
“Babam değerleri yaşatarak öğretti”
“Yozgatlı İhsan Efendi” adlı kitabında babasının yaşamını kaleme alan Ekmeleddin İhsanoğlu, “Babam kendi neslinin hususiyetlerini taşıyan bir insandı.Yetiştirme şekli, değerleri söyleyerek değil, yaşatarak öğretme üzerineydi” diyor
Ceyda Ulukaya
Ekmeleddin İhsanoğlu, henüz 17 yaşındayken kaybettiği ve ‘70’li yıllardan itibaren hayatını kaleme almak
istediği babasını anlatıyor yeni kitabında. İhsan Efendi’nin Yozgat’tan başlayıp Kahire’de sonlanan hayatına birinci elden tanıklıklara dayanan kitap, aynı zamanda arka planda gerçekleşen büyük toplumsal dönüşümlerin izini sürmeyi, medrese yaşamından bayram sabahlarına zamanın ruhuna uzanan bir yolculuğa çıkmayı sağlıyor. İhsanoğlu’yla Doğan Kitap’tan çıkan “Yozgatlı İhsan Efendi” kitabını konuşmak üzere buluştuk.
Kitabı yazma sebebiniz için baba sevgisinin tezahüründen fazlası diyorsunuz, neydi sevgiden fazlası?
Belli bir kültürün temsilcisi olarak bazı değerleri taşımak, yaşatmak, yaşatmaya gayret etmek ve onları yaşayış tarzıyla birlikte sonraki nesillere öğretmek. Bu da bir neslin kaybolmasıyla kaybolan bir dünya gibi geldi bana, babamı kaybolan dünyadan bir sima olarak düşündüm. Onun hayat üslubunu ve tecrübesini tasvir etmeye ve kaydetmeye çalıştım.
Kitabı yazma niyetiniz ‘70’lerden itibaren var. Zamana yayılmasının etkisi ne oldu?
Önce bir vefa borcu gibi, bazı bilgileri toparlayıp yayımlamaktı niyetim. Sonra baktım gelen malzemeler, özellikle hatıralar, o şahsiyeti tek boyutlu değil, üç boyutlu ortaya koyuyor. Bilgiler geldikçe o şahsiyeti daha iyi keşfetmeye başlıyor ve detaylarıyla çiziyorsunuz.
17 yaşındasınız babanız vefat ettiğinde.Nasıl hatırlıyorsunuz onu?
Babam kendi neslinin hususiyetlerini taşıyan bir insan, kendine has bir karakterdi. Az ama öz konuşan, sükuneti tercih eden bir insandı, halk dilinde “gölgesi ağır” diye tabir edilen türden. Yetiştirme şekli, değerleri söyleyerek değil, yaşatarak öğretme üzerineydi. Kitapta da bahsettiğim
bir mandalina hikayesi var mesela; benim 4-5 yaşlarında manavdan izinsiz aldığım mandalinayı görünce elimde, “Nasıl aldın,?” diye sorup “Ben aldım” deyince de hiç niye aldın falan demeden manava götürdü beni. “Yerine koy ve özür dile” dedi. Manav “Aman efendim, ne olacak” dese de,
hiçbir şey söylemedi. Bu tabii yaşayarak değerlere mânâ vermek…
Mısır’da doğdunuz, 27 yaşında Türkiye’ye döndünüz. Orada nasıl bir hayatınız vardı?
Bir Türk ailesi olarak genişçe bir Türk muhiti içinde hareket ediyorduk. Aslında Mısır’da Türklerin varlığı Anadolu’da Türklerin varlığından önceki hadisedir, 9. asra dayanır. Fakat Mısır’a giden Türkler
nesiller boyu, toplum içerisinde erimişlerdir. Orada müesseseleriniz olmadığı takdirde, milli hüviyetinizi kendi gayretlerinizle korumanız lazım geliyor. Azınlık bile denemeyecek bir avuç aile olarak bunu korumaya gücümüz yetmez tabii... Babam bunun benim açımdan olmaması için gereken
gayreti gösterdi, Türkçe öğrenmem için hocalar tuttu, biraz daha ilerleyince her gün Saatli Maarif Takvimi’nden bir yaprak koparıp okur, bana da okutur ve Arapça tercümesini isterdi. Tabii o ufacık
takvimde çok ilginç bilgiler vardı, Osmanlı tarihinden bilgiler, maniler Divan Edebiyatı’ndan
bir beyit, günün yemeği… Bunlar birkaç sene devam edince size bir kültür veriyor. Ayrıca ders kitapları, romanlar var.
Babanız Mısır’a eğitim amaçlı gidiyor, günün birinde dönmeyi de istiyor. Nasıl bir planı vardı?
Kafasındaki planı bilmek benim için çok zor, çünkü kendinden bahsetmezdi. Fakat şu var; doktoraya tekabül eden son diplomasını aldığı zaman sene 1936-37, eğitimini gördüğü dini derslerini öğretecek
kurum kalmamıştı. Özel kurumlara da müsaade yok... Oraya Türkiye’de dini tahsil imkanı görmeyen gençler gelmeye başlamıştı, onlara da eğitim lazımdı, babam da bunu yaptı. Daha sonra Ankara’nın hoca ihtiyaçları onun yetiştirdiği insanlardan sağlandı. Diyanet’in yüksek mevkilerinde onun yetiştirdiği öğrenciler görev aldı.
Baba-oğul ilişkiniz nasıldı?
Eğitimime büyük önem veriyordu. Üniversite 1. sınıf imtihanlarını vermiştim, daha neticelenmeden, sınıfımı geçtiğimi görmeden vefat etti. Bir ara hastayken, “Senin tahsilin için gerekirse kitaplarımı satarım” dedi. Kitaplarımı satarım demek ceketini satmaktan daha büyük fedakarlıktı. Tek serveti kitaplarıydı çünkü. O bakımdan ben bunları yaşayarak benimsedim.
Onun kaybını nasıl yaşadınız?
Büyük zorluklarla karşılaştık diyemem; babamın ciddi bir dost çevresi vardı ve hep bizimle temas halindelerdi. Genç yaşta edebiyata merak sardım, Türk edebiyatını Arap okuyuculara tanıtma imkanım oldu. Akif’in, Yahya Kemal’in, şiirlerini... Sonra Nâzım’ın “Ferhad ile Şirin” piyesini tercüme ettim, iki baskı yaptı, sahnelendi.
Yeniden siyasete atılma düşünceniz var mı?
Ben 2014’te aday oluğum süreçte, seçimin hemen ertesinde, 11 Ağustos sabahı söyledim: Bende laf bitti, son lafımı da seçim gecesi söyledim. Şimdi de tekrar edeyim: Bende laf bitti. Benim şimdi tüm gayretim eserleri tamamlamak. Sırada başka kitaplar var.
Neler var?
Yakında bitirmeyi hedeflediğim ilk kitap medrese tarihi. Orhan Gazi döneminden başlayarak Osmanlı’da medrese inşa etme geleneği nasıl başladı, medrese modeli nasıl oluştu, daha öncekilerle bağlantısı, İslam dünyasında, Avrupa’da ve Osmanlı coğrafyasındaki paralelleri nelerdi, bu konuları ele alacağım.