Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » 'Bu kitap Karaköy ruhunun ortak ürünü'
Şubat 2013
'Bu kitap Karaköy ruhunun ortak ürünü'
Türkiye son on yıldır sancılı bir toplumsal dönüşüm içinde: Süreç pek çok akademisyeni çeşitli kanallardan gündeme müdahale etmeye itiyor. Yüzü kamuoyuna dönük bir dizi akademisyen de, sürece dair analizlerini "Türkiye'nin Yeniden İnşası" adlı çalışmada bir araya getirdi. Ayşe Kadıoğlu, Ayhan Aktar ve Ahmet İçduygu'nun aralarında olduğu isimlerin katkı sunduğu kitabı, editörü E. Fuat Keyman'la konuştukKitabın yazarları hangi eksen etrafında bir araya geldi?
Aklımızdaki temel mesele, Türkiye'nin yaşadığı, 1980'lerde başlayan ama son 10 yılda son derece hızlanan sosyolojik dönüşümdü. Bazı arkadaşlar buna 'Yeni Türkiye' diyor. Bana göre de, Türkiye'nin kuruluş dönemi kadar önemli bir süreç: Türkiye sınıf ilişkilerinin değiştiği, siyasal olarak da kimliklerin çok güçlendiği bir yeniden inşa yaşıyor. Temel soru şu: Bu yeniden inşa demokratikleşmeyi getiriyor mu? Türkiye'nin dönüştüğünü ama buna paralel demokratikleşmediğini görüyoruz. "Demokrasi eksiğini nasıl çözebiliriz?" sorusu temelinde, dış politikadan iç politikaya, milliyetçilikten vatandaşlığa uzanan çeşitli alanlarda, önde gelen akademisyenlerle bu derlemeyi ortaya çıkardık.
Kitaptaki temel bir tespit Türkiye'de güçlü devlet geleneğinin sürekliliği: Son 10 yılda bu açıdan bir değişim var mı?
Çok ciddi bir dönüşümden geçtiğimiz halde, güçlü devlet geleneğinin pek değişmediğini görüyoruz. Devlet el değiştiriyor, devletin yeni sahipleri var. Fakat toplumla demokratik bir bağlantıya girmek, toplumsal farklılıkları kucaklamak yerine devleti güçlendirmeye önem veriyorlar. Başlarda devlet ve AKP arasında bir çekişme olduğunu görsek bile, geldiğimiz noktada askeri vesayet gerilediği ve yargıda değişiklikler yaşandığı halde, güçlü devlet geleneğinin devam ettiğini görüyoruz. Buna 'AKP'nin devletleşmesi' de deniyor.
Demokrasi eksiğinin giderilmesi noktasında Kürt sorunu nasıl bir öneme sahip?
Kürt sorunu ile demokrasi arasındaki ilişkiyi yumurta-tavuk ikilemi gibi göremeyiz. Eğer Türkiye demokrasisini güçlendirse, Kürt sorununun çözümünde de önemli mesafe kat eder. Dolayısıyla burada esas olan demokratikleşme. Devletin hâlâ toplumdan güçlü olmasının temel eksenlerinden biri güvenlik ideolojisi. Bu ideoloji süregittiği sürece demokrasiye geçişte sancılar yaşıyoruz. Bunun en önemli boyutu Kürt sorunu; fakat Aleviler, gayrimüslimler, Kıbrıs gibi bağlamlarda da güvenlik ideolojsi ön planda. O yüzden kitabın sorunsallaştırdığı ikinci alan da bu: Güvenlik ideolojisinden demokratik rejime nasıl geçebiliriz?
Benim kitaptaki makalem de Kürt sorunu üzerine. Orada da vurguladığım gibi, silahların bırakılması barışın kapısını aralayacak. O kapı aralandığı zaman, Ümit Özkırımlı'nın makalesinde sorunsallaştırdığı gibi, milliyetçi ve içe kapalı, kendine benzeyene güvenip benzemeyene güvenmeyen bir yapıdan, farklılıkların birlikte yaşadığı bir yapıya geçebileceğiz. Vatandaşlık alanında, son dönemde de dillendirilen Türk-Kürt ayrımına dayalı hiyerarşik yaklaşımlardan uzaklaşıp "Biz eşit Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıyız" fikrine yöneleceğiz. Silahların bırakılması bunun ön koşulu. Fakat önce silahlar bırakılsın sonra bu konular konuşulsun da demiyorum; bu süreçlerin eşzamanlı işlemesi lazım.
'Kardeşlik' mefhumunun Kürt sorununun çözümü için elverişli olmadığını belirtiyorsunuz makalenizde; biraz açabilir misiniz?
Elbette kardeşlik kulağa hoş gelen bir kavram. Fakat bu toplumda, "Biz din kardeşiyiz" denerek Alevilerin dışlandığını, "Kardeşiz, hepimiz Türk'üz" denerek Kürtlerin dışlandığını görüyoruz. Kızlarımız namus cinayetlerinde kardeşlerince öldürülüyor. Dolayısıyla kardeşliğin birlikte yaşamayı sağlayacak bir kavram olduğunu düşünmüyorum. Benim istediğim, hepimizin eşit vatandaşlar olmamız. Türkiye tarihinde vatandaşlık haklarının uygulanmasında çok ciddi sorunlar var: Bazıları birinci sınıf vatandaşken kadınlar, Kürtler, Aleviler, gayrimüslimler ikinci sınıf vatandaş görülüp haklarından yoksun bırakıldılar.
Kürt meselesi sonucu 40 bine yakın insan öldüyse, bu işi "Hepimiz kardeşiz, veya din kardeşiyiz" diyerek çözemeyeceğimiz kesin. Kurtuluş Savaşı'ndan sonra TC vatandaşlığını anayasasına koymuş ama uygulayamamış olan bu toplum, 2013 yılında bu sorunu çözmeli. Bugün bizler 'asli unsur' dilini bir kenara bırakmalı, eşit TC vatandaşlığı temelinde bir birlikte yaşama sözleşmesini hayata geçirmeliyiz. Diyelim MHP buna itiraz edebilir; ama en azından AKP, CHP ve BDP arasında yeni anayasa çerçevesinde bir TC vatandaşlığı sözleşmesi yapılmalı.
Anayasa yapım sürecinin mevcut aşamasını nasıl görüyorsunuz?
Anayasa Komisyonu, çalışmalara başladığında, sivil toplum yeni anayasayı istedi ve katkıda bulundu. TEPAV ve TESEV'in araştırmaları, başında bulunduğum İstanbul Politikalar Merkezi'nin denge ve denetleme sistemi üzerine 100 önerisi bunlara örnektir. Bu katkılarda öne çıkan ilkeler, yargı alanında adalet, devletin topluma yaklaşımında eşitlik ve de özgürlüktü. İşte toplum bu sürece hazırlanırken siyasi parti liderleri birbiriyle kavgaya tutuştu: Siyasi partiler toplumun gerisinde kaldı. Bir aldatılmışlık hissi yaşadık.
Burada eleştirim daha ziyade AKP'ye: İlk başta yeni anayasaya başkanlık sisteminin gireceği belirtilmemişti. Anayasa Komisyonu'ndaki AKP vekilleri ile yaptığımız görüşmelerde de böyle bir algı edinmemiştik. Ancak söylenenlerle yaşananlar
Aklımızdaki temel mesele, Türkiye'nin yaşadığı, 1980'lerde başlayan ama son 10 yılda son derece hızlanan sosyolojik dönüşümdü. Bazı arkadaşlar buna 'Yeni Türkiye' diyor. Bana göre de, Türkiye'nin kuruluş dönemi kadar önemli bir süreç: Türkiye sınıf ilişkilerinin değiştiği, siyasal olarak da kimliklerin çok güçlendiği bir yeniden inşa yaşıyor. Temel soru şu: Bu yeniden inşa demokratikleşmeyi getiriyor mu? Türkiye'nin dönüştüğünü ama buna paralel demokratikleşmediğini görüyoruz. "Demokrasi eksiğini nasıl çözebiliriz?" sorusu temelinde, dış politikadan iç politikaya, milliyetçilikten vatandaşlığa uzanan çeşitli alanlarda, önde gelen akademisyenlerle bu derlemeyi ortaya çıkardık.
Kitaptaki temel bir tespit Türkiye'de güçlü devlet geleneğinin sürekliliği: Son 10 yılda bu açıdan bir değişim var mı?
Çok ciddi bir dönüşümden geçtiğimiz halde, güçlü devlet geleneğinin pek değişmediğini görüyoruz. Devlet el değiştiriyor, devletin yeni sahipleri var. Fakat toplumla demokratik bir bağlantıya girmek, toplumsal farklılıkları kucaklamak yerine devleti güçlendirmeye önem veriyorlar. Başlarda devlet ve AKP arasında bir çekişme olduğunu görsek bile, geldiğimiz noktada askeri vesayet gerilediği ve yargıda değişiklikler yaşandığı halde, güçlü devlet geleneğinin devam ettiğini görüyoruz. Buna 'AKP'nin devletleşmesi' de deniyor.
Demokrasi eksiğinin giderilmesi noktasında Kürt sorunu nasıl bir öneme sahip?
Kürt sorunu ile demokrasi arasındaki ilişkiyi yumurta-tavuk ikilemi gibi göremeyiz. Eğer Türkiye demokrasisini güçlendirse, Kürt sorununun çözümünde de önemli mesafe kat eder. Dolayısıyla burada esas olan demokratikleşme. Devletin hâlâ toplumdan güçlü olmasının temel eksenlerinden biri güvenlik ideolojisi. Bu ideoloji süregittiği sürece demokrasiye geçişte sancılar yaşıyoruz. Bunun en önemli boyutu Kürt sorunu; fakat Aleviler, gayrimüslimler, Kıbrıs gibi bağlamlarda da güvenlik ideolojsi ön planda. O yüzden kitabın sorunsallaştırdığı ikinci alan da bu: Güvenlik ideolojisinden demokratik rejime nasıl geçebiliriz?
Benim kitaptaki makalem de Kürt sorunu üzerine. Orada da vurguladığım gibi, silahların bırakılması barışın kapısını aralayacak. O kapı aralandığı zaman, Ümit Özkırımlı'nın makalesinde sorunsallaştırdığı gibi, milliyetçi ve içe kapalı, kendine benzeyene güvenip benzemeyene güvenmeyen bir yapıdan, farklılıkların birlikte yaşadığı bir yapıya geçebileceğiz. Vatandaşlık alanında, son dönemde de dillendirilen Türk-Kürt ayrımına dayalı hiyerarşik yaklaşımlardan uzaklaşıp "Biz eşit Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıyız" fikrine yöneleceğiz. Silahların bırakılması bunun ön koşulu. Fakat önce silahlar bırakılsın sonra bu konular konuşulsun da demiyorum; bu süreçlerin eşzamanlı işlemesi lazım.
'Kardeşlik' mefhumunun Kürt sorununun çözümü için elverişli olmadığını belirtiyorsunuz makalenizde; biraz açabilir misiniz?
Elbette kardeşlik kulağa hoş gelen bir kavram. Fakat bu toplumda, "Biz din kardeşiyiz" denerek Alevilerin dışlandığını, "Kardeşiz, hepimiz Türk'üz" denerek Kürtlerin dışlandığını görüyoruz. Kızlarımız namus cinayetlerinde kardeşlerince öldürülüyor. Dolayısıyla kardeşliğin birlikte yaşamayı sağlayacak bir kavram olduğunu düşünmüyorum. Benim istediğim, hepimizin eşit vatandaşlar olmamız. Türkiye tarihinde vatandaşlık haklarının uygulanmasında çok ciddi sorunlar var: Bazıları birinci sınıf vatandaşken kadınlar, Kürtler, Aleviler, gayrimüslimler ikinci sınıf vatandaş görülüp haklarından yoksun bırakıldılar.
Kürt meselesi sonucu 40 bine yakın insan öldüyse, bu işi "Hepimiz kardeşiz, veya din kardeşiyiz" diyerek çözemeyeceğimiz kesin. Kurtuluş Savaşı'ndan sonra TC vatandaşlığını anayasasına koymuş ama uygulayamamış olan bu toplum, 2013 yılında bu sorunu çözmeli. Bugün bizler 'asli unsur' dilini bir kenara bırakmalı, eşit TC vatandaşlığı temelinde bir birlikte yaşama sözleşmesini hayata geçirmeliyiz. Diyelim MHP buna itiraz edebilir; ama en azından AKP, CHP ve BDP arasında yeni anayasa çerçevesinde bir TC vatandaşlığı sözleşmesi yapılmalı.
Anayasa yapım sürecinin mevcut aşamasını nasıl görüyorsunuz?
Anayasa Komisyonu, çalışmalara başladığında, sivil toplum yeni anayasayı istedi ve katkıda bulundu. TEPAV ve TESEV'in araştırmaları, başında bulunduğum İstanbul Politikalar Merkezi'nin denge ve denetleme sistemi üzerine 100 önerisi bunlara örnektir. Bu katkılarda öne çıkan ilkeler, yargı alanında adalet, devletin topluma yaklaşımında eşitlik ve de özgürlüktü. İşte toplum bu sürece hazırlanırken siyasi parti liderleri birbiriyle kavgaya tutuştu: Siyasi partiler toplumun gerisinde kaldı. Bir aldatılmışlık hissi yaşadık.
Burada eleştirim daha ziyade AKP'ye: İlk başta yeni anayasaya başkanlık sisteminin gireceği belirtilmemişti. Anayasa Komisyonu'ndaki AKP vekilleri ile yaptığımız görüşmelerde de böyle bir algı edinmemiştik. Ancak söylenenlerle yaşananlar