Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » Omnia exeunt in mysterium*
Aralık 2018

Omnia exeunt in mysterium*

Machen’ın üslubunun arkaik yapısı, aslında yaratmak istediği bir karabasanın içinde sürükleniyor olduğumuz duygusunu besliyor.
Özgür Menemencioğlu 
 
NBA Basketbolu konuştuğumuz bir WhatsApp grubum var. Geçen hafta kendilerine Stephen King,
Clive Barker, H.P Lovecraft, Iain Sinclair, Peter Ackroyd ve Arthur Machen’dan hangisini veya hangilerini ilk kez duyduklarını sordum. Cevap şaşmaz bir şekilde Arthur Machen oldu. Eğer gotik kurgu, korku hikayeleri türünün -gerçekten- derinliklerine dalmış bir okur değilseniz sizin de Machen
adını ilk kez duyuyor olmanız şaşırtıcı değil. Asıl şaşırtıcı olan Arthur Machen’ın üstteki soruda ismi geçen beş popüler yazarı (ki içlerinden beşini seçtim aslında 50’ye kadar yolu var) etkilemesi ve hepsinin onun parlak ve coşkulu hayal gücü karşısında yerlere kadar eğilimesine karşın Machen’ın bu kadar ’unutulmuş’ bir yazar olarak kalmış olması bence. Nasıl ki Bülent Ortaçgil müzisyenlerin sevdiği müzisyen diyorsak, Arthur Machen için de rahatlıkla yazarların sevdiği yazar diyebiliriz.
 
 
Arthur Machen; 1863 yılında İskoçya’da doğmuş, 19 yaşında Londra’ya göçmüş, uzunca süre açlık sınırında yaşayıp gündüzleri çalışmış, geceleri yazarak kendini ve tüm bir edebiyat türünü var etmiş
bir yazar. Daha önce kötü şiirlerini bastırmış olsa da adını 1893’de “Yüce Tanrı Pan” isimli eseri ile duyurur. Bu eser basıldığında Oscar Wilde gibi edebiyat devlerinden büyük övgüler alır ancak muhafazakar İngiliz edebiyat çevreleri tarafından yerden yere vurulur. Adeta İngiliz edebiyatına
edilmiş bir küfür muamelesi görür. Gariptir aynı eser 100 yıl sonra Stephen King tarafından İngiliz dilinde yazılmış en iyi korku hikayesi olarak adlandırılır. Elimizde tuttuğumuz kitabın “Üç Sahtekar”ın ilk baskısı 1895’te yapılır. Arthur Machen’ın “Yüce Tanrı Pan” ile üretmeye başladığı ’doğa ötesi gizem ve korku’ tarzına büyük katkıda bulunur ve Jorge Luis Borges’in kütüphanesindeki 75 eserden biri arasına girer.
 
 
Gerçeklik duygusu
Belli belirsiz, kirli ama her an her şeyin olabileceği, hatta olması beklenen bir Londra fonunda geçen hikayenin kahramanları hali vakti yerinde, dünyevi dertlerle işi olmayan iki centilmen İngiliz burjuvası olan Dyson ve Phillips’tir. Kayıp altın bir sikkenin peşindeki bir pagan tarikatı ve o sikkeyi elinde bulundurduklarını düşündükleri gözlüklü genç adamı arayan üç kişiden mürekkep bir hikaye. Üç sahtekârın yolu gözlüklü genç adamı ararken ayrı ayrı zamanlarda iki İngiliz centilmenle kesişir, büründükleri gerçek olmayan kimlikler ve anlattıkları hikayeler bizi korkunç bir son için hazırlar. “Üç Sahtekar”ın içinde beş temel hikaye var. “Kara Mührün Öyküsü” ve “Beyaz Tozun Öyküsü” içinde
bulundukları kitabın da önüne geçmiş, korku hikayesi türünün tüm antolojilerinde yer almış, en iyiler arasında ismi geçen hikayelerdir. Özellikle “Kara Mührün Öyküsü”; H.P Lovecraft’ın meşhur “Cthulhu
Mythos”unun temelini oluşturan ve doğrudan esinlendiği hikaye olarak bilinir. Yazarın üslubunun arkaik yapısı, aslında yaratmak stediği bir karabasanın içinde sürükleniyor olduğumuz duygusunu besliyor. Machen’ın bizi götürmek istediği bir son var, o yüzden kitabın ’dolandırılan’ burjuva kahramanları Dyson veya Phillips’in bu sokağa ya da o sokağa girmesi, sonsuz ve birbirini kesen caddeleri geçip uğradıkları tavernada gözlüklü genç adama rastlamaları, bu kadar tesadüfün
yaşanması, kitabın gerçeklik duygusunu zedelemiyor. Çünkü yazar bize gerçeklik değil, tekinsiz bir gerçek ötesi hikaye vadediyor. Hızlı ve sabırsız okurun kitabın ana hikayesi ile ’sahtekar’ların anlattığı hikayeleri ilişkilendirememesinden dolayı yabancılaşma yaşaması ve romanı basit; adi hatta bir ’pulp fiction’ olarak görmesi olası. Kitaptaki her hikaye, her olay, her karakter, bizi sondaki terk edilmiş köşke ve oradaki bir tür pagan ayinine götürüyor.
 
 
Beceriksiz burjuvalar
Yazarın maksadı; okuru bir kabusun içine yuvarlanıyor ve orada sürükleniyor gibi hissettirmek. Bu yüzden okur, olan biteni düz mantık veya olabilirlik çerçevesinde sorgulamaktan çok, kendini hikayenin kollarına bırakırsa daha çok zevk alacaktır bence. Hikayenin kahramanları Dyson ve
Phillips dışarıdan bir Holmes-Watson izlenimi verseler de aslında bir şey çözdükleri yok, sadece hikayenin akışına kapılıp giden işsiz güçsüz beceriksiz burjuvalar.
 
 
İçinde anlatılan pagan hikayeleri incelendiğinde, Machen’ın jenerasyonları bu derece etkileyen yazarlığının dehası daha rahat anlaşılıyor. Onun hikayelerinde son derece canlı ve gösterişli bir şekilde anlatılan doğa, sadece sahnenin arka planı olarak kalmaz, insanın kolaylıkla göremeyeceği ve anlayamayacağı çok güçlü ve çok eski binlerce yıllık kötülüklere gebedir. Öykülerinde (silurian) kertenkele formundaki yaratıklar, periler, cinler, küçük ve kötücül insanlar, içildiğinde insan formunu kaybettiğiniz sıvılar vardır. Machen yazınının Lovecraft gibi görece kendi dönemindeki ya da Peter Straub, Clive Barker ve Stephen King’in de aralarında olduğu çağdaş korku yazarlarına ilham veren tarafı temelde budur.
 
 
Kitap doğuran kitap
Diğer bir başarısı korku unsurunu hikaye kadar şehrin kendisinin içine de yerleştirmesi aslında. Şehir; arka sokakları, tavernaları, modern banliyöleri, sokakların başındaki gazyağı lambaları ile tekinsiz bir cehennem alegorisi olarak tasvir edilir. Bu da özellikle modern edebiyattaki Peter Ackroyd ve Iain Sinclair gibi isimleri etkiler, onlar da Londra’nın ‘şiirsel olmayan, adeta her an her şeyin olabileceği tekinsiz sokaklarını’ arka plan olarak kullanır. Örneğin Machen için Londra neyse Lovecraft için New England odur. Machen’a iyi bir yazar diyebilir miyiz? Çok zor. Şair kökeninden
gelen üslubundaki müzik ve şiirsellik çok etkileyici olsa da hikayelerdeki kurgusal boşlukları, derinliksiz karakterleri, zaman zaman farsa kaçan bölümleriyle biçimsel olarak tatmin edici olmaktan hayli uzak. Ama okurken hissettirdiği bir kabusun içinde sürüklenme duygusu, gotik hissiyat, ürperti, parlak hayal gücü, daha fazla okuma isteği doğurması edebi kritiğin çok ötesinde ve gerçek. Yaygın bir türün ilk ve temel eserlerinden biri olan ve kitap doğuran bu kitap mutlaka okunmalı.
 
 
Kitabı okudum bitti. Gözlerimi kapadım. Dağların eteğindeki ormanların üzerinden soğuk bir rüzgar esiyor, güneş bulutun arkasına giriyor, derinden belli belirsiz tıslayan bir ses… Çürümüş bir şeylerin kokusu var. Tüyler diken diken oluyor. Gözlerimi açıyorum. Her şey yolunda.
 
*(Her şey gizemler içinde kaybolur)