Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » Güneş batmayacak gibi parlak
Temmuz 2018
Güneş batmayacak gibi parlak
Şiirde eşsiz bir dilin sahibi olan Ece Ayhan’ın, öykücülükteki mahareti “İyi Bir Güneş”le doğuyor. Her sayfa ışıl ışıl parlıyor.
BURAK KILIÇ
İnsan, Güneş’e bile görevler verecek kadar kibirli. Güneş’in sebzelerimizi büyütmek, tenimizi bronzlaştırmak, enerji panellerine para bastırmak gibi asli görevleri var. Arta kalan zamanlarında da boş durmamalı. Bize manzaralar çizmeli, biz istersek bulutun ardına saklanmalı ya da kızıllaşmalı. Halbuki sadece içimizi ısıtmasıyla bile ihtişamını sergileyebilecekken o atfedilen her amacın altından kalkıyor. Esasında bizim köleye değil “İyi Bir Güneş”e ihtiyacımız var.
Ece Ayhan, “İyi Bir Güneş”te bize anlamların ötesinde, sözün suretinin ardında gizli olanları fısıldıyor. Cumhuriyet tarihinin en iyi şairlerinden olan Ayhan’ın öykülerinin toplandığı kitabının daha kapağını açtığınızda günlük yaşamın dışında, bizim gibi hapsolmayanların dünyasına sürükleniyorsunuz. Yüce olana anlamsız methiyeler düzmek değil bu. Hakkı hak sahibine vermek. Tıpkı
Güneş gibi bir kudretin özünden bahsediyorum.
Nasıl ki Güneş bizim yüklediğimiz anlamların ve beklentilerin ötesinde bir varlıksa Ece Ayhan’ın kalemi de öyle. Ayhan, bilinen öykücülüğün dışında, kimileri için deneysel bile sayılabilecek hikayelerinde, yön vermeye ya da kapılar açmaya değil, var olan kapılara ait özellikler anlatıyor. Tek seferde bütünlüğü anlaşılamayan kısacık öyküleri berrak bir zihne muhtaç. Sonrası ise Hallac-ı Mansur’a nazire.
Ya bu dünya bir rüyaysa
Ece Ayhan’ın öykücülüğü, şiirlerinden apayrı tutulmalı. Düz yazı ve şiirselliğin iç içeliği okuru adına bir emek istiyor. Bu kafa karıştırıcılığın çözümü, bağlı kalınan duvarların yıkılmasıyla mümkün. Daha önce bu duvarı kıranlar oldu. Voltaire, James Joyce, Hallac-ı Mansur gibi. Mansur’la olan benzerlik ise elbette edebiyatın ötesinde. Hayatın özünde. Çünkü Mansur’un “Ya bu Dünya bir rüya, rüya ise gerçek yaşamsa” sorusu Ece Ayhan’ın anlaşılabilirliğinin yolunu açıyor. “Sanki kâğıt kalemin 30 metre
üzerinden, öyle her şeye uzak, öyle çok şeyi görür” yazıyor Ayhan. Gördüğüne emin ama müdahil olamadan. Okumalardaki
bütünsellik arayışımıza gülercesine dizdiği kelimeler, ahengini hissettirse de zihnimizi zorluyor. İyi ki de zorluyor.
Klişelerimiz ve monotonluğumuza hapsolan beynimizin pencerelerini aralıyor. Çarklar çalışıyor. Çalıştıkça okura farklı
düşünceler ve idrak payı bırakan öyküler bambaşka sorulara, anılara yol almamızı sağlıyor. Yolun üzerineyse Ayhan’ın kaleminin çiçekleri serpili.
Ebemkuşağı
Bunca macera içerisinde bir hoşluk var ki lezzeti damakta kalıyor. Ece Ayhan’ın öykü dili, gündelik ve sokaktan bir üslupta. Dönemin Türkçesinin samimiyeti ilmik ilmik işlemiş öykülere. Şiirlerinde, küfür gibi ince bir çizgi üzerinde cambazca yürüyen Ayhan’ın bu mahareti öykülerinde de kendini gösteriyor. Aradığı kuvveti anlatımında çok rahat bulabilen şairin küfrü bir renk olarak kullanabilmesi ve rahatsız edici olmaması okuyanı hayran bırakıyor. Benzeri bir durum da keza parantezlerinde ortaya çıkıyor.
Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın “Deli Filozof” unda kullandığı bir parantez kullanımı kimi öykülerde dikkat çekiyor. Monolog ilerleyen anlatının parantezlerde canlanması ve diyalogdan bile kalabalıklaşması okur için benzeri az rastlanır bir deneyimi doğuruyor.
Hazinenin kapağı
Ayhan’ın şiiriyle öyküleri arasında bağdaşlık kurabileceğimiz birkaç şeyden biri ise inatlaşmaları. Şiirindeki cümle- kelime-anlam inatlaşmasıyla yarattığı sürrealizm, öykülerde de beliriyor. Bu zihin zorlayıcı labirentin odaları iki biçimde ele alınabilir. Ayhan, hem şiiriyle ışıl ışıl parladığı İkinci Yeni’de kendini farklı bir yere yerleştiriyor hem de Türk öykücülüğünde farklı rotaya çizilen bir geminin kaptanlığını üstleniyor. Ece Ayhan’ın öykü ve düz yazı denemelerini ilk kez topluca bu kitapta bulabiliyoruz. Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan kitabın bunca zaman sonra okurla buluşmasında yazarın arzusu
var. Neden niyesi bilinmez, öykülerine şair ismini yerleştirmiyor Ayhan. E. Ayhan Çağlar ismini tercih eden ustanın derlemelerinin bir araya gelişi, büyük bir ilgi ve çalışmanın ürünü. Başta Tunç Tayanç olmak üzere pek çok ismin arşiv çabası bu hazinenin kapağını ardına kadar açıyor.
“İyi Bir Güneş”, yazının başında söz ettiğimiz sıkışmışlığın, tek düzeliğin ve bağnazlığın savaş alanlarından yalnızca birisi. Ömrü boyunca toplumcu-gerçekçi akım fanatiklerince, halka ve gerçeklere uzak olduğu yönünde eleştirilen Ece Ayhan, öykülerinde de ifade mücadelesini sergiliyor:
“Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında / Bir teneffüs daha yaşasaydı / Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür / Devlet dersinde öldürülmüştür”
Bu şiiri yazan bir şairin öykülerinde halka ve yaşananlara dair notlar olmaması mümkün değildi. Kimsenin bizim gibi düşünmek zorunda olmadığının bir türlü anlaşılamadığı bir ülkede Ayhan’ın mücadelesi elbette kalemiyle olabilirdi. Ayhan şiirinde olduğu gibi öykülerinde de sevmeyenlerin hoşuna gitmemeyi sürdürdü. Yazınını “Sivil şiir-sıkı şiir” olarak ifade eden ustanın, reddiyesi toplumun her alanına yöneltilen eleştirilerde gizliydi.
Yalnızca anlatımını herkes gibi yapmadı. İyi ki de yapmadı Ece Ayhan Çağlar. İyi ki kendi renklerini bize miras bıraktı.