James Joyce’un 1914’te basılan kitabı “Dublinliler”deki 15 öykü; bir şekilde asık suratlı, baskıcı, ama içinde kayda değer hiçbir şey olmayan Dublin’den ayrılamayanlar ile ilgili.Özgür Menemencioğlu
İstekli ve obur bir okur olan 22 yaşındaki kuzenimin James Joyce ile ilişkisinin başlangıcı “Ulysses”i okumaya kalkmak ve kitapla doğru dürüst ilişki kuramadığı için onu yatağa fırlatmak olmuştu. Gökkubbe altında tek olmadığını bilmek kuzenimi bir nebze rahatlatsa bile, Joyce ile tanışmaya doğru yerden başlamazsanız sizi karmaşık bir göstergebilimin hakim olduğu yoğun ve güç bir seyahat bekliyor olabilir ki kendisi bunu şahsen deneyimlemiş oldu.
Orhan Pamuk, “Saf ve Düşünceli Romancı”da, “James Joyce’un ‘Ulysses’ini okurken, önce hayatı, rüyaları, sokakları, şüpheleri, hesapları, efsaneleri bizimkinden farklı olan kahramanlarla özdeşlemeye çalıştığımız için, ama daha çok da ‘zor’ bir kitabı okuduğumuz için kendimizi iyi hisseder, aklımızın bir yanıyla seçkin bir iş yaptığımızı düşünürüz. Joyce gibi bir yazarı okurken, aklımızın bir yanı da Joyce gibi bir yazarı okumakta olduğumuz için kendimizi tebrik etmekle meşguldür” der.
Siz de Joyce’un rüyaları, sokakları şüpheleri ve kahramanları içinde kaybolmayıp, nihayetinde, bu okuma serüvenini layıkıyla tamamladığınız için kendinizi tebrik etmek istiyorsanız, Joyce okuma serüveninize “Dublinliler” ile başlayabilirsiniz. Joyce’un karmaşık dünyasını anlayabilmek için gerekli şifreleri okura veren adeta bir el kitabı “Dublinliler”.
‘Kaçamama’ hikayeleri
“Dublinliler” 1914’te basıldı. Kitaptaki 15 hikaye de bir şekilde asık suratlı, baskıcı ama içinde kayda değer hiçbir şey olmayan Dublin’den ayrılamayanlar ile ilgili. Eski bir rahibin cenazesi ile başlayan öyküler yıllar öncesinden gelen bir ölü ile bitiyor. Kitap bize tatlı kış hikayeleri, şiirsel Dublin betimlemeleri veya mutlu sonla biten kahramanlık öyküleri vadetmiyor. Gerçekte 15 hikayedeki tek kahraman 17 yaşında ölmüş bir gazhane işçisi (“Ölüler”).
Kitabın kahramanları, Dublin orta alt burjuvazisi. Zavallı hayalperestler, gözden düşmüş rahipler, kırlarda başıboş gezen sapıklar, sandıklama yapan veya çirkefleşen anneler, en büyük başarısı amirine diklenmek olan memurlar, ucuz politikacılar, yazamamış şairler, alt sınıf çapkınlar ve onların yancıları, sevdiğiyle kaçamayan kızlar. Joyce bu karakterleri anlatırken asla yargılayıcı değil sadece bize onları olduğu gibi göstermekle yetiniyor. 1900’lerin başında milliyetçiliğin hakim olduğu bir Dublin’de İrlandalı olmanın nasıl bir kimlik olduğunu, kilise, aile ve para kazanma baskısının insanları nasıl ezdiğini, Dublinlilerin nasıl bu kimlik içine kısıldıklarını ve kaçamadıklarını; bu bataklığa saplandıklarını ve değişemediklerini gösteren ‘kaçamama’ hikayeleri bunlar. Kitabın ölümle başlayıp bitmesi ölümü kullanması tesadüf değil çünkü kitaptaki kahramanlar hep başka bir yere veya başka bir kimliğe kaçmak istiyor ve kaçamadıkları, değişemedikleri için ’yaşayan birer ölü‘ aslında. Varoluşsal bir döngü, cehennemdeki gibi sürekli aynı kabusu yaşama işkencesi.
Soğuk bir kent
Kitaptaki Dublin hep soğuk, karlı, karanlık, içinde hiçbir şey olmayan, tutkudan ve renkten uzak bir şehir. Bütün hikayelerdeki ortak his, kendini gerçekleştirememe, kapana kısılmışlık duygusu ve dönüşememe üzerine. Joyce bu hissiyatı aşk, annelik, kefaret, kıskanmak, milliyetçilik gibi tüm insanlığın ortak meseleleri üzerinden anlatıyor. Özellikle küçük topluluklarda -ki Dublin de 1900’lerin başında büyük bir şehir değil- herkes herkesle ilgili her şeyi biliyor ve bu bir hapishane metaforu aslında. Joyce hikayelerinin ucu açık ve ahlakçılıktan uzak. Cevapsız sorular var ve bitişi size bırakıyor. Başarısının sebebi de hayatı olduğu gibi çıplak ve tüm çirkinlikleri içinde gösterebiliyor olması. Hikayede, okurun kendi hikayesini görmesini kendi dersini çıkarmasını gerekirse ‘epifani’ deneyimi yaşamasını ve dönüşmesini, değişmesini istiyor. Hayatımızda da böyle değil midir? Sayısız seçenek vardı. Başka bir şey veya başka bir yerde olabilirdik ama bugünkü insan olduk. Bunu anlarsak değişebiliriz (miyiz?)...
Dönüşmek ve değişmek
James Joyce’un özellikle muhafazakar katolik kesimler içinde hâlâ şarlatan ve sahte peygamber olarak anılmasının sebebi aslında ‘dönüşüm korkusu’ olabilir. Bu kitabın evrensel bir kitap olmasının ve 1914 yılındaki okuru da 2018 yılındaki okuru da aynı şekilde etkiliyor olmasının, döne döne okunacak bir kitap olmasının temel gerekçesi de aslında dönüşmek değişmek için hareket etmek ihtiyacı olarak yorumlanabilir.
Kitabın son ve en uzun, en etkileyici hikayesi “Ölüler” fazladan birkaç cümleyi hak ediyor. Diğer 14 hikayede geçen Dublinlileri tek bir partide toplayan bu hikaye, kahraman Gabriel Conroy’un karısının yarım kalmış ama taraflardan birinin ölü olduğu bir aşk hikayesini öğrenmesi ile başka bir boyuta taşınır. Hikaye, Gabriel Conroy’un ölüm ile yüzleştiği tüyler ürpertici kar ve mezarlık sahnesiyle sona erer. Ölüler tüm zamanların en iyi öykülerinden biri sayılmaktadır. Çevirmen Mustafa Bal’ın kitap boyunca süren özenli çevirisi ile kitabın karanlık havasını okura geçirdiğini ifade etmem gerekiyor.
1904’te Dublin’den kaçan kısa ziyaretleri dışında hiç Dublin’e dönmeyen, “Dublinliler”i Trieste’de, “Ulysses”i Roma’da kaleme alan yazar görünen o ki Dublin’i hiç terk edememiş, büyük Yunan şairi Konstantinos Kavafis’in dediği gibi “Şehir onun arkasından gelmiştir”. İyi edebiyat iyi ki var.