Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Sinema » ‘Oscar için en dürüst, en samimi filmi seçin’

‘Oscar için en dürüst, en samimi filmi seçin’

‘Oscar için en dürüst, en samimi filmi seçin’09 Temmuz 2019 - 08:07 | Fotoğraf: Hüseyin Özdemir
Oscar ödüllerini dağıtan Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi’nin başkanı John Bailey ile bir araya geldik ve sinemanın geleceğinden Akademi’deki değişime ve Türkiye’nin Oscarlar’daki temsiline uzanan konuları konuştuk.

Nil Kural

 

2017 yılında Oscar ödüllerini dağıtan Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi’nin başkanı olarak seçilen John Bailey, bu önemli kurumun yönetimini kritik bir dönemde devraldı. Bailey, başkan seçildiğinde Akademi’nin adaylarının neredeyse sadece beyazlardan oluşması eleştiriliyor, #metoo hareketiyle Hollywood’da kadın ve azınlıkların yaşadıkları tartışılıyordu. Hollywood’un aynası konumunda bir kurumda çoksesliliğe yer açmanın elzem olduğu su götürmezdi. Aralarında Robert Redford, Paul Schrader ve John Schlesinger'ın olduğu yönetmenlerle çalışan usta görüntü yönetmeni Bailey ile 12 Punto TRT Senaryo Günleri’nin jüri başkanı olarak geldiği İstanbul’da bir araya geldik. Akademi’deki değişiminden, sinemanın geleceğine ve Türkiye sinemasının Oscar’lardaki temsiline uzanan konuları konuştuk.

 

 

Kariyerinize Yeni Hollywood döneminde bir değişim sürecinde başladınız. Akademi başkanı olmanız da benzer bir değişim dönemine denk geldi. Öncelikle dijital devrim birçok şeyi değiştirmişti değil mi?

Evet, dijital devrim 20 yılda çok şeyi değiştirdi. Kurgucu olan eşim Carol (Littleton) ve meslektaşları dijital devrimin geldiğini biz görüntü yönetmenlerinden çok daha önce hissetti. Ben 10 yıl öncesine kadar filmleri selüloit filme çekiyordum. Birkaç filmi 2000’lerde dijital olarak çektim. Son 6-7 yıldır sadece dijital çekiyorum. İlginç olan şu: Benim mensubu olduğum eski nesil, yıllardır dijitalde rahatça çalışıyor. Sinema okullarından mezun olan daha genç sinemacılar selüloit filme çekmek istiyor. Dijital iyidir, selüloit iyidir gibi bir yargıda bulunmak istemem. Sadece ikisi çok farklı. Selüloit film için gerekli bir disiplin ve hazırlık süreci var. Dijital kamerada 30-40 dakika çekim yapabilirsiniz, doğaçlamaya yer açılır. Bu, her zaman iyi bir şey değil. Çünkü ben senaryoya ve disipline inanırım; kökenlerim analogda. Ama değişimlere açığım. Gelecek ne getirecek bilmiyorum. Filmler, artık salonlarda yalnızca dijital olarak gösteriliyor, bu iyi. Bir yandan da biraz soğuk, fazla mükemmel... Akademi’de üç yıl önce yazları arşivden 35 mm filmler göstermeye başladık. Birçok genç izleyici geldi ve çoğu daha önce hiç 35 mm film izlememişti. Çok heyecanlandılar, farklı olduğunu hissettiler.

 

Akademi’de ‘filmin geleceği’ adlı bir komite var. Bu komite ne sonuç çıkardı? ‘Streaming’ platformlarının gelişimi düşünüldüğünde belirsiz bir gelecek var sanki.

Gösterim ve dağıtım alanlarında çok büyük bir değişimin ortasındayız ve gelecek gerçekten belirsiz. Bir manzaranın ortasındayken manzarayı göremezsiniz, ona benziyor şu an. Yüksek bir yere çıkıp bakmak lazım. Akademi yöneticileri iki ay önce bir değişiklik yapmamaya karar verdi. Çünkü hâlâ manzaranın ortasındayız. Bu komitede şunu gördük: Sinemanın geleceği şu an cıva gibi. Değişim yapmak için doğru zaman değil. Netflix, ‘streaming’ platformu ama Hollywood’da bir sinema salonu satın aldılar. Şimdi ‘Roma’ gibi saygın filmlerini burada gösteriyorlar. Bunun sonradan platforma getireceği avantajları ve perdenin önemi gibi meseleleri görebiliyorlar. Diğer yandan perdeyle özdeşleşen Disney, Paramount gibi stüdyolar, ‘streaming’ platformları kuruyorlar.

 

 

FRANSIZ YENİ DALGASI’NIN ÇOCUĞUYUZ

Marco Bellocchio ve Bela Tarr’ın aralarında olduğu dünya sinemasının saygın isimleri Akademi’ye davet etmekten mutluluk duyduğunuzu belirttiniz. 2020 için Akademi’nin çeşitlilik hedefleri yüksek. Sizce bu, zamanla verilen kararları değiştirecek mi?

Akademi uluslararası alanda genişledikçe, uluslararası sinema bilincinin artacağı görüşündeyim. Carol ile bu fikre çok bağlıyız. Uluslararası film dalına verdiğimiz önem bunun kanıtı. Artık bu kategorinin ismi En İyi Yabancı Dilde Film değil: En İyi Uluslararası Film adını aldı. En İyi Yabancı Dilde Film, güzel bir isim değildi kabul edelim; çok ayrımcı ve çok yargılayıcı geliyordu kulağa. ‘Uluslararası Film’ bence çok daha saygılı… Carol ile Fransız Yeni Dalgası’nın çocuklarıyız. Sinema okurken, Jean-Luc Godard, Federico Fellini, Michelangelo Antonioni, Claude Chabrol, François Truffaut ve Ingmar Bergman’ın filmlerini izlerdim. Japon sinemacıları, YasujiroOzu ve Kenji Mizoguchi’yi takip ederdim. Sinema benim için bunlardı. Beni, Amerikan olmayan filmler çok heyecanlandırdı. Ancak yakın dönemde, 1930'lardan ve 1940’lardan B tipi filmleri keşfetmeye başladım. Herkes birbirini keşfediyor. Son zamanlarda Türkiye sinemasını keşfetmeye başladım mesela. Çok az bilgim vardı. Kendimi suçlamıyorum çünkü Türkiye, sineması ABD’de tanıtamadı.

 

Türkiye sineması Avrupa’da önemli festivallerde temsil ediliyor. Ancak Atlantik ötesine geçmekte zorlanıyor gibi. Türkiye’nin Oscar adaylığına en yakın anı Nuri Bilge Ceylan’ın ‘Üç Maymun’unun ilk dokuza kalmasıydı.

Çok sert bir rekabet var. Türkiye’den yönetmenlerle bunu tartışmayı planlıyorum. Amerikan pazarının hassasiyetleri ve şartlarını anlayabilmek yardımcı olabilir. Diğer yandan hem Türkiye hem de diğer ülkeler, Akademi’nin neyi beğeneceğini tahmin etmeye çalışmamalı bence. Ne zaman Amerikalılar neyi sever diye bir tahminde bulunsalar, yanılıyorlar. Bence önemli olan neyin iyi olduğunu düşünüyorsanız ona sadık kalmak. Uluslararası arenada görülmesi gerektiğini düşündüğünüz en dürüst, en samimi filmi seçmek. Hollywood ve ABD’de Türkiye sinemasının tanıtımını yapmak, buna dair bir bilinç yaratmak da önemli bence. Filmi bilmiyorsanız, izlemezsiniz. İzlemezseniz nasıl hakkını verebilirsiniz?

 

 

KİŞİSEL FİLMLERİ SEVİYORUM

Son yıllarda Akademi Ödülleri’nde öne çıkan ‘Roma’, ‘Moonlight’ ve ‘The Shape of Water’ gibi filmlerin geniş kitleleri salonlara çekmeyen ancak saygın filmler oldukları söylenebilir. Bu filmler hakkında sizin kişisel fikriniz nedir?

Carol ve kendim adına konuşabilirim. Kariyerlerimiz boyunca hep en iyi olduğunu düşündüğümüz filmlerde çalıştık, gişede en başarılı olacağını düşündüklerimizde değil. Carol, ‘E.T.’nin kurgusunu üstlendiğinde bunu çok para kazanacak diye yapmadı. Kimse bu filmden gişe başarısı beklemiyordu. Onun hoşuna giden bu yaratığın aileleri tarafından ihmal edilen çocukları teselli etmesi fikriydi. Çok kişisel bir hikâyeydi. Ben de ‘Ordinary People’ veya komedi türündeki ‘Bugün Aslında Dündü / Groundhog Day’de çalıştım çünkü bence bunlar aile, bağlar ve kimlik üzerine filmlerdi. Çoğu büyük Amerikan filmi aile üzerinedir. Dünya sinemasında ve ABD’de en önemli dinamiklerden birinin aile ilişkileri olduğunu düşünüyordum. İzlediğim birkaç Türkiye yapımı filmde, özellikle de Nuri Bilge Ceylan filmlerinde mesela, kardeşler arasındaki ilişkiler, arkadaşlar arasındaki bağlar, kimlik meseleleri ve kimlik krizleri işleniyor. Ben, bu tür filmleri seviyorum. Ana akımdan büyük filmleri izlemekten memnun oluyorum ama daha kişisel filmleri seviyorum. Soruda saydığınız filmler de çok kişisel filmler mesela.

 

 

DEĞİŞİM KABİYETİ ÖNEMLİ

#metoo hareketi ve Akademi üyelerinde çoksesliliğe alan açma çabasını düşündüğünüzde, sizce Hollywood’da bir değişim kapıda mı?

Evet. Ben insani düzeyde olan değişimlere teknolojik değişimlerden daha çok önem veriyorum. Çeşitliliğe ve çekilen bütün acıları takip eden kadınların ve azınlıkların saygı görmesine dair bilince değer veriyorum. Carol’la 48 yıldır evliyiz. Onun bir kadın olarak sektörde saygı görmesi için mücadele verdik, 1970 ve 1980’lerde. Sessiz sinema döneminde kurgucuların büyük bölümü kadındı ama böyle kalmadı. Carol 1970’lerde mesleğe başladığında kadın kurgucuların sayısı bir elin parmaklarını geçmezdi. Carol, kadın kurgucuları desteklemek için çok uğraştı ve asistanları kurgucu olarak kariyerine devam edebildi. Bütün bu değişimler bence çok önemli.

 

Akademi Ödülleri’nde önce kabul edilip sonra kaldırılan popüler film dalının akıbeti ne olacak?

Bir fikirdi. Belki zamanı yeniden gelecek. Akademi adaylarının bir bölümü iyi bir fikir olmadığını düşündü ve bu fikirden vazgeçildi. Değişim uzun zamana yayılarak gerçekleşiyor. Ancak bir değişim fikri olmazsa her şey aynı kalıyor. Geri teptiyse belki farklı bir şekilde dönecek. Reddedilmesi berbat bir fikir anlamına gelmez; çok iyi bir fikir olduğunu anlamına gelmediği gibi. Önemli olan değişim kabiliyetinin varlığı. İnsanlar filmlere nasıl bakıyor ve akademi filmleri onurlandırmanın yollarını yeniden değerlendirmeli mi? Mesele bu.

Etiketler: John Bailey  Oscar  Nil Kural