Hollywood’dan gazetecilik güzellemeleri
10 Kasım 2015 - 10:11ABD sineması bu yıl Oscar yarışında iddialı iki habercilik filmine yer verdi
NİL KURAL
Henüz Akademi Ödülleri’nin adayları açıklanmadı ancak adaylıklarda öne çıkması beklenenler arasında ‘Spotlight’ ve ‘Truth’ adlı filmler bulunuyor. Bu iki filmin ortak özelliği ise iki filmin de gerçek hikayelerden yola çıkarak gazeteciliği yücelten filmler olmaları. ‘Spotlight’ ne zaman Türkiyeli izleyicilerle buluşacak henüz belli değil ama ‘Truth’ (Gizli Dosya) 6 Kasım'dan beri gösterimde. Çok sık rastlanmayan, gazeteciliğe odaklanan filmlerin ikisinin birden sezonun iddialı yapımları olarak karşımıza çıkması basit bir tesadüften olarak addedilmekten ziyade Amerikan sinemasının geniş kitlelere hitap eden rolünü unutmadan değerlendirilmeyi hak ediyor. Gazeteciliğin öneminin geniş kitlelere ulaşan ana akım sinema tarafından hatırlatılmasıyla karşı karşıyayız.
‘Spotlight’ ve ‘Truth’ gazeteciliği yüceltme paydasında buluşsa da, izleyicilerini farklı duygularla salondan uğurluyor, biri coşkuyla diğeri isyanla. Tom McCarthy’nin imzasını taşıyan ‘Spotlight’, Boston Globe’un köklü araştırmacı gazetecilik birimi Spotlight’ın 2002’de Katolik rahiplerin çocuk istismarı skandalının üç beş ‘çürük elma’ ile sınırlı kalmayan, şu anda dünyanın büyük çoğunluğunun bildiği akıl almaz boyutlarını ilk kez göz önüne sermesi üzerine. Kiliseye karşı ve tabu bir konuda işlerini yapan araştırmacı gazetecilik ekibi baskılara, korkuya geçit vermeden halkı bilgilendiriyor. Başrollerinde Mark Ruffalo, Rachel McAdams, Michael Keaton, Stanley Tucci, Liev Schreiber ve Billy Crudup’ın aralarında olduğu iddialı bir kadroya sahip film, izleyicisini salondan gazetecilik idealizmini kutlayıp, alkışlarken, özetle coşku duyguları içinde uğurluyor.
James Vanderbilt'in yönettiği ‘Truth’un ekibi ise ‘Spotlight’ın Pulitzer Ödülü’yle taçlandırılan ekibi kadar şanslı değil. CBS kanalının 60 Minutes adlı haber programı, 2004 ABD başkanlık seçimleri öncesi George W. Bush’un Vietnam Savaşı dönemindeki Ulusal Muhafızlar’daki eğitiminin iltimaslarla ve yoklamadan kaçmayla geçtiğini belgelerle gösteriyor. Bu haber yayınlandıktan sonra ise ekibin başına gelmeyen kalmıyor. Gerçekliğinin kanıtlanması durumunda Bush’a seçim kaybettirebilecek bu skandalın yalanlanma süreci en çok da ekibin yapımcısı Mary Mapes’in (Cate Blanchett) başını ağrıtıyor. Bush destekçileri ekibe tüm güçleriyle saldırırken Robert Redford’un canlandırdığı 60 Minutes’in saygın anchormanı Dan Rather bile kendisini bu süreçte koruyamıyor. Redford’ın 1970’lerde Watergate skandalını ortaya çıkaran iki gazeteciden Bob Woodward’u ‘All The President’s Men’de (1976) canlandırması da filmler arasında isabetli bir referans. ‘Truth’un ekibi doğruyu söyledikleri için dokuz köyden kovulurken, filmin finalinde izleyici salondan halkı bilgilendirme ve doğru sorular sormayı görev edinen ekibin başına gelenlere öfke duyarak ayrılıyor.
Medyadaki küçülmenin ve basın özgürlüğünün dünyanın dört bir yanında tartışıldığı, gazeteciliğin karamsar bir gelecekle anıldığı bu dönemde, Hollywood’un bu iki filmle gazeteciliği övmesi ve önemini hatırlatması, Amerikan sinemasının bir nevi iyi niyet elçiliği olarak görülebilir. Ya da gazeteciliğin etkisini kaybetmesinin toplumda yarattığı endişenin Hollywood tarafından fark edilmesi olarak da düşünülebilir.