Geride kalanların hikâyesi
02 Şubat 2018 - 11:02Fatih Akın’ın Altın Küre’de En İyi Yabancı Dilde Film Ödülü’nü alan ‘Paramparça’sı (Aus dem Nichts) bugün Başkasinema’da vizyona giriyor. Akın bu ayki Milliyet Sanat dergisine filmini anlattı
NİL KURAL
Hamburg’da bir dükkânda patlayan bir bomba. Bu saldırıda oğlunu ve eşini kaybeden Katja adında Alman bir kadın. Önce yas, sonra adaletin göz göre göre işlemediğine şahit oluşu…
Fatih Akın’ın geçen yılki Cannes Film Festivali’nin ana yarışmasında dünya prömiyerini yapan ve bu izleği takip eden yeni filmi ‘Paramparça’, Katja’yı canlandıran Diane Kruger’a En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü kazandırdıktan sonra başarılarına En İyi Yabancı Dilde Film dalında Altın Küre kazanarak bir yenisini ekledi. Cannes Film Festivali sırasında bir araya geldiğimiz Akın’la filmi konuştuk...
Filmin çıkış noktası neydi?
Almanya’da NSU cinayetleri adıyla anılan olaylar. Üç kişilik bir terörist gruptu NSU. 2000-2007 yılları arasında dokuz göçmeni ve bir polisi öldürdüler. Bombalı saldırılar düzenlediler. Yıllarca polis, katillerin Kürt veya Türk kökenli, yani göçmen olduklarını düşündü. Öldürülenler göçmen olduğu için cinayet sebebinin mutlaka mafya, kumar veya uyuşturucu gibi işlerle bağlantılı olduğu üzerinde durdular. Kurbanların yakınları sürekli Neo-Nazi gruplara da bakılması gerektiğini söyledi. Ama asla bakılmadı. Katillerin Neo-Nazi olduğu, polis araştırması sonucunda da değil tesadüfen ortaya çıktığında basının, toplumun ve polisin faşist eğilimlerini görmüş olduk. Bu beni çok öfkelendirdi. Oturup senaryoyu yazmaya böyle başladım.
‘Paramparça’nın mesajı adalet işlemiyorsa, intikamı bireyin alması mı size göre?
Bu filmin mesajı değil, hikâyesi... Hikâyenin akışının filmin mesajı olması gerektiğini düşünmüyorum. Çok barışçıl bir insanım. Ama hikâye hikâyedir. Bu çok kişisel bir film, belki de en kişisel filmlerimden biri. Karakterin başına gelen benim başıma gelse böyle mi davranırdım, bilmiyorum. Karakterin yaptığı seçim, izleyicinin üzerinde düşünmesi için.
Bu filmin kişisel olmasının sebebi sizin de bir göçmen olarak o dönemde adalete inancınızı yitirmiş olmanız mıydı?
Kişisel elbette çünkü bu insanların hedefi ben de olabilirdim. Diğer yandan da bir babayım. Çocuklarımla ilgili korkularım var, kabuslar görüyorum. Bu filmde bu korkularımla da baş ediyorum. Ana karakter Alman bir anne olabilir. Ancak o kayıptan sonra yaşadığı duygular benim çocuklarımla ilgili korkularımla çok bağlantılı.
‘Uzun bir işbirliğinin sadece başlangıcı’
Aklınızda ana karakterin kadın olması mı vardı hep?
Projenin en başında ana karakter bir adamdı. Ama o dönemde ortada bir senaryo bile yoktu. Proje, fikirler ve notlar halindeydi Senaryoyu yazmaya başladığımda ana karakter kadın olmuştu. Diane (Kruger) de nitekim filme çok erken bir noktada, senaryo yazılmadan dahil olmuştu.
Kruger, bu filmde oyunculuk açısından daha önce gitmediği noktalarda...
Diane’nin iyi bir oyuncu olduğunu biliyordum. ‘Elveda’da mesela harika bir performans sergiliyor. Diane filmin kadrosuna dahil olduktan sonra bütün filmlerini izledim ve ‘Elveda’nın yönetmeni Christian Carion nereye dokunuyorsa ben de oraya odaklanmalıyım diye düşündüm. Diane de ona alan açıp fırsat verdiğimde ne kadar iyi olabileceğini kanıtladı. Oyuncularıma numaralar çeken biri değilim. Ne daha zekiyim ne daha bilge. Sadece alan açmaya gayret ederim. Diane’le bu filmde çok rahat çalıştık ve bence bu film, uzun sürecek bir işbirliğinin sadece başlangıcı.
Kruger’ın başrolde olması Almanya’da nasıl karşılandı?
Bence ‘Paramparça’ onun Almanya’daki kariyeri için bir dönüm noktası olacak. Onu filme dahil ettiğimi ilk söylediğimde insanlar burun kıvırıyor; iyi bir oyuncu olmadığını, model olduğunu söylüyorlardı. Almanya’da bu tepkileri aldım. Bu filmdeki performansı böyle düşünenlere “Canınız cehenneme” demek bence.