Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Sinema » Cleo'yu onurlandırmak

Cleo'yu onurlandırmak

Cleo'yu onurlandırmak14 Aralık 2018 - 11:12
Alfonso Cuarón, bugün hem sinemalarda hem de Netflix’te gösterilmeye başlayan Altın Aslan ödüllü “Roma”da onu büyüten Cleo’ya odaklanan bir modern zaman başyapıtı sunuyor. Filmi, Cuarón’dan dinledik.

Nil Kural

 

“Gravity” ve “Children of Men” gibi filmlerle uzun süredir ülkesi Meksika’dan uzakta çalışan Oscar ödüllü yönetmen Alfonso Cuarón’un yeni filmi “Roma”yla ülkesini ve çocukluğunu ziyareti sinemaya bir modern zaman başyapıtı kazandırdı. 1970’lerde geçen filminde dört çocuklu orta sınıf bir ailenin hizmetçisi Cleo’nun hayatında bir yıla odaklanan Cuarón, karakter üzerinden ülkenin gidişatını da gösteriyor. Yönetmen her sahneyi büyük bir sinema hissiyle doldurup izleyiciyle Cleo arasında mahrem bir ilişki de kurabiliyor. Cleo’yu yılın en alkışlanan performanslarından biriyle amatör oyuncu Yalitza Aparicio’nun canlandırdığı film, Venedik Film Festivali’nden Altın Aslan’la döndü. Bugün hem sinemalarda hem de Netflix’te gösterilmeye başlayan filmi Venedik’te Cuarón’la konuştuk.    
 
 
Yıllar sonra Meksika’ya ve çocukluğunuza dönmek nasıldı?
“Roma”yı çekmek isteme nedenim anılarıma dönmek ve belleğimi zorlamaktı. Belleğin nasıl çalıştığına kafa yormak da önemliydi benim için. Filmlerim için her zaman çok fazla araştırma yaparım ve bu filmde tek araştırmam kendi anılarım ve belleğim olacaktı. Anılarımı kardeşlerimin anılarıyla karşılaştırdım. Ama tabii en önemlisi gerçek Cleo’nun anılarıydı. Anılarla uğraşırken geçmişe şimdiki zaman üzerinden bakarsınız. İşte çatışma zemini de buydu: İnsanın o şu anki hali ve anılardaki geçmiş arasındaki kırılma. Aslında bu kırılma Meksika’yla ilişkimi de özetliyor. Orada büyüdüm, Meksika’lıyım. Aksanıma bakın, Meksika’nın izleri burada. Düşünürken Mexico City’nin dili chilango’yla düşünüyorum. Ama neredeyse 30 yıldır orada yaşamadım. Sık sık gidiyorum, hatta bazen benim şehrim gibi hissetsem de artık benim şehrim değil. Hafızamla bu kadar uğraşıp, mekânları, atmosferi, şehrin kenar köşe detaylarını düşündükten sonra Mexico City’e çekime gidip bunlarla yüzleşmek çok tuhaftı. Meksikalı ekibimle çalışırken şimdinin içindeydik belki, ama benim için her yer geçmişle doluydu. Bu yüzden herhangi bir yeri eskisiyle kıyaslamadığım bir an bile geçmedi. Yaşlanmak da aynı şey… Şimdiki halinizden eskiden olduğunuz kişiye bakıyorsunuz ve sürekli kıyaslama yapıyorsunuz. 
 
 
Sizi siyah beyaz çekmeye bu nedenler mi itti?
Siyah beyaz çekme nedenimi entelektüel analizlerle süsleyip çok ilginç yanıtlar verebilirim ama işin özü şu: Bu filmin DNA’sı siyah beyazdı. Bu filmi çekmem gerektiğine emin olduğumda kafamda üç net karar vardı. İlki Cleo. İkincisi anılar. Ama bu anılar soyut veya “Y tu mamá también / Ananı Da!”daki gibi kurmacaya dönüşmüş olmayacaktı. Hafızamda nasılsa öyle yazacaktım. Ve de film siyah beyaz olacaktı. İçimde bu film yeşerdiğinde bu üç kararımdan asla dönmeyeceğimi; geri kalan her şeyi sorgulayacağımı ancak bunlara dokunmayacağımı biliyordum. Mesela harika bir mekândayım ve aklıma burada çekilebilecek müthiş bir sahne geldi. Hemen Cleo’yu ve anıları onurlandırıyor muyum diye sordum kendime. Cevap hayırsa çekmedim. Hep filmin başından belli olan DNA’ya sadık kalmaya çalıştım. 
 
 
Siyah beyaz görüntülerle ilgili ne kararlar verdiniz?
Filmin DNA’sı siyah beyaz olsa da 1970’lerde çekilmiş gibi gözüken bir yapmak istemedim. 1970’lerde geçen ama çağdaş, bugüne ait bir filmdi amacım. Dijital 65 mm’yle çekme kararını aldığımız anda görüntülerin grenli olmaması gerektiğini biliyorduk. Eskinin o harika siyah beyaz grenli görüntülerine benzememeliydi. Siyah beyaz film ışıklandırmasında da o güzel uzun gölgeler çok çekici geliyor. Yüksek kontrast müthiş gözüküyor. Kara filmleri düşünün. Orson Welles filmlerini… Ama bütün bu akıl çelici şeylere karşı koydum ve güncel, doğala yakın bir siyah beyaz görüntü yönetimini tercih ettim. Yumuşak bir ışığa yöneldim. Işıkla sert gölgeler yapmamaya çok dikkat ettik. Şimdi bu masada size bunları anlatıyorum ama bu seçimleri yaparken hafızaya, geçmişe bugünden bakma meselesine ve Meksika’yla ilişkime tekabül ettiğini fark etmemiştim. Demek bu konu, tüm seçimlere sirayet etmiş. 
 
 
 
 
“Roma”yı çekmek mesela “Gravity / Yerçekimi”nden zor muydu?
Kesinlikle! “Roma” hem teknik hem yaratıcı olarak çektiğim en zor filmdi. “Gravity” ve “Children of Men”de zorluklar vardı ama anlatımsal olarak güvenlik ağlarım mevcuttu. Genel olarak da güvenli alanlarım vardı. Sinemada o çok sevdiğim kendimi coşkuya bırakma imkanım bulunuyordu. Burada ise böyle lükslerim yoktu. Bilinmezliğe bir yolculuk gibiydi. Genellikle kendime sinema dilinde sınırlar koyarım. “Roma”da bunlardan daha fazla koydum. Mesela kameranın yukarı çıkıp inme kaydırmasını çok severim. Ama “Roma”da kullanmadım çünkü bu, anlatımını öznel bir deneyime dönüştürürdü. Ve o öznelliği hiç istemedim. 65 mm’yle çekildiği için çok ışığa ihtiyaç vardı ve o yumuşak ışığı yaratmak için çok ince ayarlar gerekiyordu. İstediğim sonuç için kendi sistemlerimizi üretmek zorunda kaldık. Ama daha önemlisi teknik zorluklar ve yaratım süreci arasındaki danstı. Mesela sondaki okyanus sahnesini anlatayım. Kameranın okyanusun içine doğru gitmesini istedim. Ama sallanan bir kamera olmamalıydı. Kamera sabit hareket etmeliydi ki izleyici kamera olduğunu unutsun… Canımız çıktı bu sahneyi istediğim şekilde çekerken… Kavramsal kararlar da çok zordu. İzleyici sahnelere kapılıp aksın hem de hikayeyi hem anlatım dilini takip etsin istedim. Bunlar bizi çok zorladı.
 
 
Film, Meksika’da bir değişim sürecinde geçiyor. Şu anda ülkenizdeki bir değişim zamanı gibi. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Umarım gerçekleşir. Bu değişime çok ihtiyaç var. Geçmişten uzanan bir süreç söz konusu. “Roma”da da öğrenci hareketleri gözüküyor mesela. O dönemde de insanlar demokrasiye geçiş çağrısı yapıyordu. Bütün bunlar, 1950 sonlarından itibaren değişim isteyenlerin yaşadığı büyük zorlukların eseri ve artık sonuç vermesini umut ediyorum. 
 
 
Bu kadar üzerinde düşündükten sonra çocukluğunuzla ilgili yeni bir şey keşfettiniz mi?
Evet. Benim çocukluğum, büyük anne babamın veya daha üst nesillerin çocukluğuna kendi çocuklarımın çocukluğundan daha çok benziyor. Bu da, dünyada olan bitenle ilgili. Yeni bir nesil var. Bu da gelecek açısından heyecan verici. Çünkü öncekilere benzemiyorlar kesinlikle. Ben de bu filmden sonra başka bir insana dönüştüm keşfettiklerimle. Kendi anılarınızla bu kadar uzun zaman geçirip, o anıları aktörlerle bir yıl boyunca çektikten sonra aynı insan olarak kalamazsınız. Aynı ülkemin daha demokratik olmasını dilediğim gibi kendimdeki değişimin de iyiye doğru olduğunu umuyorum.
 
 
Filmi Netflix üzerinden yayınlama kararını nasıl aldınız?
Bu filmi Netflix için çekmedim. Netflix sonradan dahil oldu. Bunun nedeni de güzel bir plan önermeleriydi. Bazı ülkelerde insanların sinemada görme imkanı olacak. Şu önemli: “Roma” yabancı dilde film dedikleri sınıftan, yani İngilizce değil. Ayrıca yıldız oyuncuları da yok. Gerçekçi olmak gerekirse bu tür filmleri dağıtmak, gösterime sokmak güç. Netflix nedeniyle insanların hem sinemada hem de platform üzerinden izleme şansı olacak. Bu filmin dünyanın dört bir yanında izleneceği anlamına geliyor ki bu benim için önemliydi. Her yere ulaşabilmesi…  
 
 
“Üçle çarpılan bir ötekileşme”
Gerçek Cleo’yla görüşmeyi sürdürüyor musunuz?
Evet, o ailemin bir ferdi. Hâlâ aile evimizde yaşıyor. Kızı benim yeğenim gibi. Bir aile toplantısı olduğunda hepimiz toplanıyoruz. 
 
 
Onun bu aile hayatından hatırladıkları arasında sizi en çok şaşırtan neydi?
Hep bahsettiğim şimdi ve geçmiş arasındaki ilişki burada da geçerli. O benim ikinci annemdi, isterseniz yerli kökenleri sebebiyle ‘yerli annem’ diyin. Çocukken onu anaç ve besleyici bir figür olarak görürdüm. Başka bir şeyi sorgulamazdım. Onunla ilgili bir film çekmeye karar verdiğimde elbette ki film bir kadın hakkında olacaktı. Anaçlığı veya bana nasıl hizmet ettiğiyle ilgili bir film çekecek halim yoktu tabii! Hizmet etmek derken hizmetçilikten bahsetmiyorum altını çizeyim. Duygusal bir hizmet söz konusu. Çocukken bencil olursunuz ve kendi ebeveynleriniz de size duygusal açıdan hizmet etmek için vardır. Filmi çekmek için Cleo’yu bir kadın olarak görmem ve bu kadının derinliğini anlamam gerekiyordu. Filmde bir ailenin yeniden bir araya gelme süreci anlatılıyor. Evet, Cleo bu ailenin bir parçası ama bu, onun hangi sınıftan olduğunu değiştirmiyor. Bu, onun ırkını da değiştirmiyor. Ezilen işçi sınıfından geliyor. Yerli kökenleri nedeniyle de ezilen sınıfa mensup. Bu arada bu, Meksika’ya özel bir durum da değil, mültecilerle gitgide daha da güncelleşen ve derinleşen bir ayrım var ve bu koşullar dünyanın her yeri için geçerli. Bir de bunların üzerine bir kadın. Üçle çarpılan bir ötekileşme, dışlanma durumu… Bunu çok iyi anlamam gerekiyordu. Birlikte büyüdüğünüz insanları fazla sorgulamazsınız. İşte onları seversin ve yanındadırlar, bu kadar basit. Bir adım geriye gidip onları kendi ihtiyaçları olan bireyler olarak görmezsiniz. 
 
 
Cleo’nun üç kere ötekileştirilmiş olmasının politik bir yanı da var. 
Elbette var ama politik açıklamalar yapmaya çalışmadım bu filmde. Tek yapmaya çalıştığım Cleo’yu onurlandırmak ve gerçekleri yansıtmaktı. Elimden geldiğince dürüst davranmaya ve toplumu bu çerçevede çizmeye gayret ettim. Filmde sosyal politik dinamikler mevcut. Ancak film karakterlerin duyguları ve bunların sonuçlarını merkeze alıyor. Kalan okumalar izleyiciye ait. 
 

 

Etiketler: Alfonso Cuaron  Cleo  Roma  netflix  Nil Kural