‘Aileler istemese çekmezdim’
15 Ekim 2018 - 10:10Yönetmen Paul Greengrass’la 2011’de Norveç’te aşırı sağcı Anders Behring Breivik’in 77 genci öldürdüğü katliamı konu alan filmi “22 July”ı konuştuk.
NİL KURAL
Aralarında “Kanlı Pazar / Bloody Sunday”, “The Bourne Supremacy” ve “United 93”nin de olduğu filmlerin İngiliz yönetmeni Paul Greengrass’ın yeni filmi “22 July”, 2011 yılında Norveç’in Utoya adasında Anders Behring Breivik’in yaptığı katliamı konu alıyor. Aşırı sağ görüşlü Breivik’in 77 genci katlettiği, Norveç’in yakın döneminin en karanlık gününde olanların yanı sıra sonraki hukuki süreci çok karakterli bir yapıyla takip eden film, Netflix üzerinden izlenebiliyor. Bu yılki Venedik Film Festivali’nde de yarışan filmi Greengrass’la konuştuk.
- Filmi çekme nedeniniz neydi?
Dünyanın her yerinde aşırı sağın yükselişi büyük bir problem bence. Çok hızla büyüyor. Almanya’da Nazi selamı veren insanlar çıktı, İsveç’te seçim tahminlerinde aşırı sağ bir parti önde. Nereye bakarsanız bakın aynı tablo. Bu bir sorun ve bu konuda bir film çekmek istedim. Norveç’te bununla nasıl mücadele edildiğini göstermeye çalıştım. Genç insanlar, yargı sistemi, demokrasi aşırı sağa nasıl yanıt verdi sorusu önemliydi. Bu, saldırıyla ilgili bir film değil. Sonrasında ne olduğuyla ilgili… Filmlerin insanların fikirlerini değiştirebileceğini düşünmüyorum. Filmler, sinemacıların dünya görüşlerini yansıtıyor bence. Kültür söyleminin bir parçası oluyorlar. Sağ yükselişte ve fikirler düzeyinde onunla yüzleşmemiz gerekiyor. Tek yapmaya çalıştığım bu.
- Daha önce, ‘United 93’de de terör üzerine bir film çekmiştiniz. Ancak bu filmdeki yaklaşımınız bir hayli farklı.
Evet çünkü sonrasında ne olduğuyla ilgilendim. İnsanlar demokrasiye nasıl sahip çıktı, buna odaklandım. İnsani, hümanist bir film olmasına çalıştım. Norveçli bir ekiple çalıştım, Norveç’e ait olsun istedim. Tanımadığım bir ekiple çalışmak benim için bir yenilikti. Konusu nedeniyle sakin ve saygılı bir film olmasına gayret ettim. 11 Eylül ve Norveç’teki katliam bizim hayatı yaşayışımızı değiştiriyor. Dolayısıyla bu konulara yıllarca anlam bulmaya farklı bakış açıları getirmeye çalışırız. Bugün bulunan bir anlam, 20 yıl sonra bulunmayabilir. Ancak direkt olarak etkilenenler için durum farklı. Benim edindiğim izlenim onların bu olayların gündemde kalmasını, unutulmamasını istediği şeklinde.
- Saldırıdan bu yana 7 yıl geçti. Filmin Norveç’te nasıl karşılanmasını bekliyorsunuz?
Norveç’te kaç kişi varsa, o kadar farklı fikir olacak gibime geliyor. Bu konudaki ilk film bizimki değil, Norveç yapımı bir film çekildi. Şimdi bu konuda bir dizi de çekilecek. Yani ne ilkiz, ne de sonuncu. Kültürün böyle bir saldırıyı yorumlamayı sürdürmesi çok normal. Her çalışmayı yargılamak da insanlara düşüyor. Sansasyonel mi, değerli mi, sömürüyor mu, saygılı mı, yeni bir bakış açısı getiriyor mu diye. Ailelerden film için izin istedim. Eğer izin vermeselerdi filmi çekmezdim. Ciddi bir konu üzerine ciddi bir film çekmeye çalıştım.
- Netflix’le neden çalıştınız?
Filmi genç bir izleyici kitlesine ulaştıracaklarını düşündüm. Bu, ’22 July’ için önemliydi.
‘Gözümüzü dört açmalıyız’
- Anders Behring Breivik’in fikirlerini yeniden gündeme getirmekte tereddüt ettiniz mi?
Evet, bu konuyu düşündüm. Eğer saldırgan tek, izole bir tip olsaydı filmi çekmemek gerekirdi. Ancak onun fikirleri her yerde ve yayılıyor, ateş yanmayı sürdürüyor. Bence tam tersine yüzleşmek gerekiyor. Böyle fikirlerle ilgilenmemek ve bunlar yokmuş gibi davranmak daha problemli. Bence sorun uzun süre yokmuş gibi davranılmasıydı. Bu seslerin olmadığını veya yüksek çıkmadığını kabul etmemek kör gibi davranmak olur. Tam tersine gözümüzü dört açmamız gerekiyor.