Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Sinema » 1970’ler İstanbul’u İsviçre’nin gizli cevherinde

1970’ler İstanbul’u İsviçre’nin gizli cevherinde

1970’ler İstanbul’u İsviçre’nin gizli cevherinde08 Ağustos 2016 - 10:08 | 'Geschichte der Nacht', İsviçre sinemasının saklı hazinesi.
Locarno Film Festivali’nde Clemens Klopfenstein’ın pek çok şehrin yanında İstanbul’u da anlattığı 1979 tarihli ‘Gecenin Hikâyesi’ yenilenmiş kopyasıyla seyirciyle buluştu
NİL KURAL / LOCARNO
 
Avrupa’nın kimlik sahibi ve zengin bir seçkiye sahip film festivali Locarno, ilk hafta sonunda ünlü isimleri ve popüler filmleri ağırlamanın yanı sıra sinema endüstrisinin güçlü katılımıyla hareketli günler geçiriyor. Diğer yandan retrospektif programı ve yarışma keşifler ve sürprizler barındırıyor. 
Önceki gün festivalin 8 bin kişilik açık hava sineması Piazza Grande, bu meydana ayrılan seçkinin en popüler filmini ağırladı. 'Jason Bourne' serisinin dördüncü filmi Paul Greengrass imzalı ‘Jason Bourne’. Matt Damon’ın canlandırdığı ajanın kimliğini bulma serüveninin dördüncü halkasını açık havada izlemek isteyenler 8 bin kişilik alanına bile sığmadı ve ayakta izleyenler, yemek yerken kovalamaca sahnelerine gözünün ucuyla bakanlar da dahil, büyük bir kalabalık ana akım sinemanın sunduğu gündelik hayattan kaçış imkanının tadını çıkardı.
 
Aynı anlarda, eskiden festivalin ana salonu olan ve kendine özgü atmosferiyle çoğu Locarno takipçisinin gözdesi Ex-Rex’te İsviçre sinemasının gizli cevheri ‘Geschichte der Nacht’ (Gecenin Hikâyesi) yenilenmiş kopyasıyla izleyiciyle buluşuyordu. Clemens Klopfenstein’ın yönettiği 1979 yapımı filmin 16 mm’den dijitale yenilerek aktarılmasının zorluklarını Locarno’nun eski direktörü, şu an ise İsviçre Sinematek’i yöneten Frédéric Mair anlattı. Ayrıca, yıllarca müzelerde çok kötü kopyalarla gösterilen filmi, yönetmeniyle birlikte restore etmenin gurunu paylaştı.
 
Gelmiş geçmiş en önemli İsviçre filmleri arasında gösterilen ‘Geschichte der Nacht’, çeşitli şehirlerin gece çekilmiş görüntülerinin insanlar olmadığında soğuk, insanlar olduğunda ise canlanmış hallerini, yönetmeni Klopfenstein’ın ressam kimliğinin etkisiyle olağanüstü kadrajlarla izlediğimiz, ışık kullanımı ve yarattığı atmosferin gücüyle takdiri hak eden avant-garde bir belgesel. 
Filmin açılış jeneriğinde çalınan Mevlevi ayini, Klopfenstein’ın özgün bakışının İstanbul’a uğrayacağının sinyallerini veriyordu. Nitekim, birçok şehirde gezinen kamera, filmin sonlarına doğru bir sokak köpeğinin kaşındığı bir görüntüyle İstanbul’a da geldi ve uzun bir süre burada kaldı. Sirkeci Garı'ndan, Mısır Çarşısı'na ve yaşam dolu kahvehanelere uzandı. Kaybolmuş bir dönemin hüzünlü gözüken İstanbul’unun İsviçre’nin restore edilmese kaybolacak avant-garde cevherinde gizlendiği anlaşıldı.
 
Jane Birkin, festivalin bu yıl Onur Ödülü takdim ettiği isimlerin ilki oldu.
 
"Sessiz olduğum sahneler bir derece katlanılabilir "
 
Önceki gün, Locarno izleyicisinin büyük bir coşkuyla karşıladığı konuk, sinema kariyeri müzik kariyerinin gerisinde kalsa da oyunculuğunun hakkı teslim edilen Jane Birkin’di. Başrolünde yer aldığı Jacques Doillon’un ‘La fille prodigue’sinin (1981) gösterimine katılan Birkin, esprili, mütevazı ve açık sözlüydü. Eski filmlerini kendi sesinden rahatsız olduğu için izlemediğini paylaştı: “5 bilemedin, 15 dakika dayanabiliyorum. Çünkü sadece kendimin yüksek ve tiz bulduğum sesini duyuyorum. Sessiz olduğum sahneler bir derece katlanılabilir.” Bir soruda çekingenliğinin ve hemşire olmak istediğinin hatırlatılması üzerine ise “Belki de hemşire olsam çok mutlu olurdum. Sabırlı biriyim, bekleyebilirim ve insanlara yardım etmek isterdim. Ama ne derece iyi olurdum bilemiyorum” dedi.
 
Müzik kariyeri devam ederken oyunculuk tekliflerini kabul etmesinde ise o dönemde birlikte olduğu Serge Gainsbourg’u düet yaptığı Brigitte Bardot’dan kıskanmasının ve Bardot’yla rekabet etme isteğinin ile etkili olduğunu anlattı.