Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Sinema » ‘1960’lar Britanya’yı kurtardı’

‘1960’lar Britanya’yı kurtardı’

‘1960’lar Britanya’yı kurtardı’12 Nisan 2018 - 11:04
37. İstanbul Film Festivali’nde ‘My Generation’ı sunan David Batty, filminde 1960’lar Londra’sına Michael Caine’in anlatımıyla odaklanıyor
NİL KURAL
 
37. İstanbul Film Festivali’nde NTV Belgesel Kuşağı’nda yer alan filmlerden biri yönetmenliğini David Batty’nin üstlendiği ‘My Generation’. Usta İngiliz aktör Michael Caine’in anlatımıyla işçi sınıfı kökenli bir neslin döneme damga vurmasını konu alan film Paul McCartney, Marianne Faithfull’un da aralarında olduğu isimlerin anlatımları, dönemin müzikleri ve arşiv görüntüleriyle izleyicisini 1960’lar Londra’sına konuk ediyor. Filmini sunmak için İstanbul Film Festivali’ne konuk olan Batty’yle ‘My Generation’ı konuştuk...
 
 
- 1960’larla ilişkiniz nasıldı?
 
1962 doğumluyum. Annem ve babam için ‘küçük Michael Caine’ler’ diyebilirim. Çünkü ikisi de işçi sınıfından. Annem Manchester’dan geliyor ve bütün ailesi burada fabrika işçisi. Babam Kuzey’den ve onun da bütün ailesi maden işçisi. Ücretsiz eğitim sayesinde ikisi de okuyor, babam ailesinden üniversiteye giden ilk kişi; gazeteci ve sinemacı oluyor. Annem balerin... Londra’ya yerleşiyorlar. Kısacası, bu sosyal değişimin arka planda yaşadığı bir dönemde büyüdüm. Farkında olmasam da bu özel ortam yetiştirildiğim günlerde yaşanıyordu. Sonradan bu dönemin neden özel olduğunu anladım.
 
- Filmde Michael Caine’in anlatıcılığı dışında birçok önemli şahsiyetinin anlatımları var. Bu ekibi toplamak zor oldu mu?
 
Aslında hepsi Michael’ın (Caine) arkadaşıydı. İletişime geçtiğimizde işler kolay oldu diyemem.  Sorun şu ki hepsi meşgul insanlar. Michael, 85 yaşında da olsa, yılda 4-5 film çekiyor. Paul McCartney hâlâ çok çalışıyor örneğin. Ancak onlara ulaşabildiğimizde işler kolay yürüdü.
 
- Filmin yapısını nasıl kurdunuz?
 
Michael’ı kameranın karşısına oturttuk. Bana doğumundan 1960’ların sonlarına kadar hikâyesini anlattı. Bu, üç gün sürdü. Onun hikâyesini merkeze aldım çünkü Michael bu neslin babası gibi. O yüzden olayları ebeveyn gibi değerlendiren bir bakışı da var. Ayrıca çok iyi bir hikâye anlatıcısı ve hikâyelerinin hayatla, müzikle, sınıf sistemiyle ilgili söylediği bir şey mutlaka var. Bu hikâyeler üzerinden gidip diğer hikâyeleri de bunlara ekledik. Michael filmin omurgası, diğerleri ona eklendi denebilir.
 
- 1960’lar sizce neleri değiştirdi?
 
II. Dünya Savaşı’ndan sonra Britanya’ya bakarsanız eğer, ekonomi batıktı, Londra bombardımandan enkaz halindeydi, imparatorluk fikri ve kimlik hissiyle birlikte bitiyordu, bitmesi de gerekiyordu tabii. Bir kimlik krizi vardı... Bir nesil bunun yanıtlarını bilmezken, bir sonraki genç nesil ortaya çıktı. Para kazanmaya başlayan, eğitim görmüş, kendilerine güvenen bu nesil ve yeni bir kimlik yarattı. Bu kimlik de Londra’yı bir yaratım merkezine dönüştürdü. Londra kısa bir süre için dünyanın merkezi oldu. Bu da siyah beyaz, sıkıcı bir ülkeyi renkli, çekici bir yer haline getirdi. İşler 1970’lerde sarpa sardı ama olsun. Bence 1960’lar İngiltere’yi kurtardı. 
 
 
15 bin saatlik arşiv görüntüsü
 
- Filmin arşiv çalışmasını nasıl yürüttünüz?
 
Filmin üç işi vardı: Söyleşiler, müzikler ve arşiv. Bu üçü de büyük işlerdi. O yüzden uzun sürdü. Arşivde görünmüş olanları kullanmak istemedik, çünkü çok tanıdık gelecekti bu görüntüler. Sonunda 15 bin saatlik arşiv görüntüsü toplamıştık, 83 dakikalık bir film için çok fazla düşünürseniz. Bunun nedeni, özel arşiv görüntüleri de istememdi. Filmde izlediklerinizin çoğu amatör ev çekimleri; Beatles’tan, The Rolling Stones’dan, aktörlerden... Dolayısıyla, film sürekli bir kulisteymişsiniz hissi verebiliyor.
 
Çektiği belgesellerle tanınan yönetmen David Batty, 1960’ların kültürüne odaklanıyor.