Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Sinema » ‘Sinema bir yalandır’

‘Sinema bir yalandır’

‘Sinema bir yalandır’25 Kasım 2016 - 12:11 | Paula Beer ve Pierre Niney, François Ozon'un 'Frantz'ında.
François Ozon'un Venedik Film Festivali'nde Genç Yetenek Ödülü kazanan, son dönem filmleri arasında parlayan filmi 'Frantz', Birinci Dünya Savaşı sırasında geçen bir öykü. Ozon'la filmi konuştuk
NİL KURAL
 
Fransız sinemasının en üretken ve en başarılı yaratıcı yönetmenlerinden François Ozon’un yeni filmi ‘Frantz’, Türkiye’de bugün gösterime giriyor. Ozon, yeni filminde 1. Dünya Savaşı sonrasında geçen bir hikayeye yöneliyor. Savaşta nişanlısını kaybetmiş Alman Anna, bir gün nişanlısının mezarında Fransız Adrien’ı görüyor. Adrien, Frantz’la Paris’teyken arkadaş olduklarını söylüyor ve yas sürecindeki Anna ve Frantz’ın ailesiyle görüşmeye başlıyor. Yarıştığı Venedik Film Festivali’nde başrolündeki Paula Beer’a Genç Yetenek Ödülü kazandıran ve büyük beğeni toplayan ‘Frantz’ı François Ozon’la konuştuk. 
 
Bu filmde de önceki filmlerinizde de ‘iyi yalan’ teması sizin için önemliydi. Bu temaya dönme sebebiniz nedir?
 
Savaş ve kriz gibi dramatik dönemlerde yalanlar ve sırlar insanların ayakta kalmasına yardımcı olabiliyor. Aynı zamanda da yaşamak için yeniden bir istek duymalarını sağlayabiliyor. Bu, bizim kurmaca için duyduğumuz istek ve ihtiyacın metaforu. Dolayısıyla filmlere de ihtiyaç duymamızın.
 
Édouard Manet'nin tablosu ‘İntihar’, filmde önemli bir yer tutuyor.
 
Bu tabloyu önceden bilmiyordum. Tiyatro oyununda geçen Edward Corbett tarafından yapılmış başka bir tabloydu. Çok güzel bir tabloydu ama çok romantikti, kafamdakine uymuyordu. Bu yüzden o dönemin vahşetini yansıtan bir tablo seçmek istedim. Araştırdım ve sonunda Manet’nin tablosunu buldum. Bu, Manet’nin alıştığımız resimlerinin dışında çok az bilinen bir eseri. Eser, Zürih’te bir müzedeydi. İstediğim vahşeti ve şiddeti yansıtıyordu. 
 
Ozon, Manet'nin 'İntihar'ının önünde.
 
O zaman tablo Louvre Müzesi’nde değil. Başka bir yalan…
 
Evet, ama o dönemde empresyonistler Louvre’da geniş yer buluyordu, tablo belki de Louvre’daydı. Ama unutmayın sinema zaten bir yalandır. 
 
Oyuncularınızı nasıl buldunuz?
 
Adrien rolü için Pierre Niney’yle anlaşmam çok hızlı ve kolay oldu, Fransa’da oldukça ünlü bir aktör. Çok hassas, kırılgan ve zamanın dışında bir görüntüsü var. Yüzüne bir bıyık koyduğunuzda 1919’da gibi gözüküyor. Paula Beer’ı seçmem ise uzun sürdü. Birçok Alman oyuncuya baktım. Paula, çok fotojenik. Güçlü omuzlarıyla karakterin sırtladığı yükü taşıyabilecek gibi gözüküyordu. 20 yaşındaydı film çekilirken ama yaşına göre çok olgundu. Tabii ikisini bir arada da düşündüm ve aralarındaki kimya tuttu.
 
Almanca çekmek nasıldı, bu kararı nasıl verdiniz?
 
Almanca biliyorum. Açıkçası konuşma, okuma ve dinleme açısından kendimi Almanca diline İngilizce’den daha yakın hissediyorum. Fransa’daki “Almanca kaba, sert” gibi klişeleşmiş fikirlerin tersine Almanca dilini çok seviyorum. Bu dilin müzikalliğini ve güzelliğini göstermek de istedim. 
 
Siz de dahil olmak üzere birçok yönetmen savaş dönemiyle ilgili filmler çekiyor. Sizce bunun nedeni nedir?
 
Bu günümüzle ilgili. Sadece Avrupa’da değil, bütün dünyada bir gerilim var. Çok uzun süredir ilk kez gelecekle ilgili endişe duyuyoruz. Belki bu yüzden savaş hikayelerine yöneliyoruz.
 
Sık ziyaret ettiğiniz bir tür olan melodram türü sizin için ne ifade ediyor?
 
'Frantz’ın türü melodram mı emin değilim. Ben duygusal gerilim olarak tanımlardım. Çünkü duyguların yarattığı bir gerilim var. Yine kendimi izleyicinin yerine koyarsam, özellikle Anna açısından filmi ‘bildungsroman’ (Alman edebiyatında bireyin yolculuğunu ele alan roman türü) olarak tanımlardım.
 
Filmin Frantz ve Adrien’ın ilişkisinin ne olduğunu sizin önceki filmlerinizi düşünerek farklı yorumluyoruz. Bunu bilerek mi yaptınız?
 
Hayır, olur mu öyle şey! Elbette. İzleyicinin beklentileriyle oynamayı çok severim dediğim gibi. Yanlış ipuçları yerleştiririm. Çünkü izleyicinin yönetmenden daha geniş bir hayal gücüne sahip olduğunu biliyorum. Aslında her yalanın ardında bir gerçek ve bir arzu olduğunu düşünüyorum.
 
 
'Frantz, günümüzle bağlantılı bir film'
 
Düşmanı insanileştirmek veya şeytanlaştırmak ikilemi bu filmde çok önemli. Aynı zamanda günümüzde de önemini koruyor. Bu modern meselenin sizin için anlamı nedir?
 
Filmi çekerken günümüzdeki yansımalarının farkında değildim. Bunu sonradan keşfettim. Tabii ki sağın ve ulusalcılığın Batı’daki yükselişi, yabancı korkusu, Brexit kararı, sınırların daha da keskinleşmesi, bunlar ‘Frantz’ın hikayesini günümüzle bağlayan olaylar. Evet, ‘Frantz’ 1919’da geçse de günümüzden bahsediyor, dolaylı bir şekilde. Geçmişe bakıp günümüzü anlamak ve günümüzle ilgili sorular sormak önemli. Tarih tekerrürden ibarettir, dolayısıyla geçmişteki trajedilere dönüp bakmak çok önemli. 
 
'İzleyici karakterleri okuyabilsin istedim'
 
‘Frantz’ alışıldık filmlerinizden değil. Yeni bir yola sapma isteği mi duydunuz?
 
Bilmiyorum. Filmin anlatım biçimini anlatmak istediğim hikâyeye göre değiştiririm. Bu, karmaşık karakteri olan çok karmaşık bir hikaye. Dolayısıyla bu hikayede izleyicinin karakteri anlamasını, okuyabilmesini istedim. Genellikle kendimi izleyicinin yerine koyup onların beklentileri, hayal güçleri ve arzularıyla oynamak isterim. Bu yüzden anlaşılabilir olmasına gayret ettim.