“Senaryo yazarken korktuğum oluyor”
15 Ağustos 2016 - 02:08Locarno Film Festivali'nde genç yeteneklere odaklanan Concorso Cineasti del presente adlı yarışmasının jüri başkanı olan korku filmlerinin usta yönetmeni Dario Argento, "Rüyalardan ve bilinçaltımdan ilham alıyorum" diyor
NİL KURAL
Korku sinemasının büyük ustası, ‘Suspiria’, ‘Derin Kırmızı’ ve ‘Inferno’ gibi korku türünün mihenk taşlarının yönetmeni Dario Argento, Locarno Film Festivali’nin genç yeteneklere odaklanan Concorso Cineasti del presente adlı yarışmasının jüri başkanı. Korku sinemasına sanatsal yaklaşımıyla tanınan yönetmen, ‘giallo’ alt türündeki başyapıtlarıyla tanınıyor. Locarno’da bir araya geldiğimiz Argento ile sinemasını konuştuk.
‘Suspiria’nın yeniden çevrimi yapım aşamasında. Neler olduğunu takip ediyor musunuz?
Uzun bir hikaye, çok tuhaf ama ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yok. Bütün bilgimi gazetelerde yazılanlardan öğreniyorum yeniden çevrim konusunda. Hikâyenin hakları 7 yıl önce 20th Century Fox’a satıldı. Sonra başka bir şirkete devredildi. Hiçbir bilgim yok. Bir kere bile bana bu konuda telefon edilmedi, kimse tek bir şey sormadı, ne mekan ne oyuncu seçimi ne de senaryo konusunda. Bence bu çok tuhaf ve benim için de gizemli bir durum. Ne de olsa filmin yaratıcısıyım. Yeniden çevrimde en azından bir fikrimin sorulmasını beklerdim.
'Suspiria' (1977).
Hikâye anlatımına ilginiz nereden geliyor?
Ergenlik dönemimde yazma konusunda bir tutku duyuyordum. Şiirler, kısa hikâyeler yazardım. Herhalde izlediğim filmlerin ve okuduğum kitaplarım etkisinde kaldım. Edgar Allen Poe gibi yazarlardan etkilendim. Derken gazeteci olarak çalışmaya başladım. Film eleştirmeniydim. Filmleri eleştirmen gözüyle izlerdim. Bir sonraki adımda senaryo yazmaya başladım ama sadece kendim için yazıyordum. Sergio Leone’nin ‘Once Upon a Time in the West’inin senaryosunu yazma şansını yakaladım. Sonra başka senaryolar da yazdım. Bir noktada bu senaryoları ben mi çeksem diye düşünmeye başladım. Senaryomu bir yapım şirketine götürdüm, ilgilendiler. O başarılı olunca devamı geldi. Belki bu hikâyeyi düz bulacaksınız ama bu işe böyle başladım.
“IŞİD gerçekliği her şeyi ezer geçer”
İlhamınızı hayattan mı alıyor musunuz filmlerden mi?
Hayattan almadığım kesin. Evet, filmler ilham kaynaklarımdan biri. Rüyalardan ve bilinçaltımdan da ilham alıyorum. İçten içe hissettiğim şeylerden, karanlık tarafımdan besleniyorum. Bence birçok filmimim Avrupa, Amerika ve Asya’daki ülkelerde dünyanın değişik yerlerinde, başarılı olmasının sebebi de bu. Psikolojiden ve bilinçaltından beslendiğim için herkesi etkiledi.
Yazarken kendi fikirlerinizden korktuğunuz oluyor mu?
Evet bazen oluyor. Zaman zaman boş bir sayfanın önüne oturuyorum ve sahnenin şekillenmesini görüyorum. Fikirlerimin o sahneyi oluşturmaya başlıyor. Sanki bilgisayar ekranında sahne canlanıyor gibi. Evet, bazen bunlar beni korkutuyor. Çok derinlerde bir yere dokundukları için beni korkuttukları oluyor.
Günümüz korku sinemasının her şeyi gerçekçi kılma çabası hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizin filmleriniz bunun tam tersi…
Bence korku türünün hâlâ en iyi örnekleri, hayal gücüne dayanan ve yaratıcılarının bilinçaltından yola çıkan filmler. Gerçekçi olmaya çalışan filmler izleyiciye fazla gelebilir. Günümüzün gerçekliğinin bir parçası IŞİD mesela. Onların yaptıkları, gerçekçi film çekmek isteyenleri ezer geçer.
Joan Bennett (sağda) 'Suspiria'da.
Filmlerinizde Joan Bennett ve Alida Valli’nin aralarında olduğu çok önemli oyuncularla da çalıştınız.
Her zaman sinemanın hayranı ve izleyicisi oldum. Divaları, klasik filmleri severim. Dolayısıyla filmimde ileri yaşta birinin canlandıracağı bir rol olunca aklıma hep sinemanın divaları gelir. Genellikle cadı rolleri filan oynamaları gerekti ama ne yapayım roller öyle.
"Film malzemesi doğanın gücüne sahipti"
1970’lerdeki filmlerinizdeki renkleri nasıl elde ettiniz?
O dönemde yapmaya çalıştığımız hayal gücünü yansıtan, abartılı, fantastik renklerdi. Bunu da farklı filmler kullanarak yaptık. Şimdi dijital olarak yapılıyor, dolayısıyla o dönemin renklerini elde etmek artık mümkün değil. Dijital teknoloji asla o renklere erişecek kadar güçlü olmayacak. O dönemde kullandığımız film malzemesi, organik şeylerden oluşuyordu. Ağaç, selüloit, suyla temasa geçiyordu. Bunlar hep doğanın sağlayabildiği harikalardı. Dolayısıyla doğanın gücüne sahipti. Bugün dijital aynı şeyi veremez. Dijital mavi, Kodak mavisi olamaz. Dijital kırmızı, Fuji kırmızısı olamaz.