Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Sinema » “Manifestolar, kızgın, isyankâr ve kırılgan”

“Manifestolar, kızgın, isyankâr ve kırılgan”

“Manifestolar, kızgın, isyankâr ve kırılgan”12 Nisan 2017 - 01:04
36. İstanbul Film Festivali'nin en ilgi gören filmlerinden, Cate Blanchett'in şekilden şekilde büründüğü, sanat manifestolarının okunduğu bir video enstalasyon olarak başlayıp bir film olarak hayatına devam eden 'Manifesto'nun yaratıcısı Julian Rosefeldt ile konuştuk
NİL KURAL
 
36. İstanbul Film Festivali'nin en çok ilgi gören filmlerinden biri Alman sanatçı Julian Rosefeldt'in yönettiği ve Cate Blanchett'ın şekilden şekle büründüğü 'Manifesto'. Evsiz birinden bir haber sunucusuna bir ev kadından bir dans hocasına uzanan 13 karaktere bürünen Blanchett, bazen direkt olarak izleyiciye bazen de bir iç ses olarak, çeşitli mizansenlerin için Rosefeldt'in sanat manifestolarından bir araya getirdiği 13 metni okuyor. Festivalin konuğu olarak filmini İstanbul’da sunan Rosefeldt'le 'Manifesto'yu konuştuk.
 
Julian Rosefeldt.
‘Manifesto’, filminden önce video art enstalasyonuydu. Enstalasyon ve film arasındaki farklardan bahsedebilir misiniz?
 
 Enstalasyonda 13 karakter, 12 ekranda yer alıyor. Bütün ekranlardaki filmler aynı anda akıyor. Her ekranın önünde ne kadar kalacağınıza siz karar veriyorsunuz. Diğer ekranları da duyabiliyorsunuz ama bir ekranın önünde durduğunuzda ona odaklanıyorsunuz. Filmin sonunda bütün karakterlerin aynı anda konuştuğu an, enstalasyonda 10,5 dakikada bir oluyor. Filmde her anda tek bir karakteri konuşurken gördüğümüz için bence metinlere odaklanmak daha kolay. İkisinin izleyiciyi dâhil etme biçimleri farklı. Filmde bir hikâye yok, 12 değişik hikâye de yok. Bu izleyicinin alışmadığı bir şey olduğu için filme müzik dâhil ettik ve görsel bir müziksellik kurmaya çalıştık. İkisi çok farklı, enstalasyonu görmeniz lazım, belki Türkiye’ye gelecek. 
 
İzleyiciyi filme dâhil etme konusunda Cate Blanchett’ın etkisi oldu mu?
 
 Kesinlikle. Filme basının ilgi göstermesinin tek nedeni Blanchett’ın projede olması. Şu konuda da mutluyum, Blanchett’ın ünü ve popülerliği sayesinde normalde bu filmle ve sanatçı manifestolarına ilgi duymayacak bir izleyicisi kitlesi filme gidiyor. Bu da olumlu bir yan etki. Blanchett, çok meraklı bir insan ve bence bu projeyi kabul etmesinin nedeni sürekli oyunculuğunun sınırlarını genişletmek istemesi. Sinema deneyimlerini artırmak ve daha önce yapmadığı şeyleri yapmak konusunda hevesli… Ayrıca sanat ve sanatçılarla çok yakın. Onun için de heyecanlı bir deneyim oldu. Filmi, 12 günde çektik. Zor ama mutlu bir deneyimdi. 
 
 
Birçok manifestoyu 13 metin kolajı haline getirdiniz. Dogma ’95 gibi ünlü manifestolar da var, unutulmuşlar da. Üzerlerinde çalışırken bu güzel metinlerle nasıl bir bağ kurdunuz?
 
 Bu süreç benim için çok güzel ve dokunaklı bir keşifti. Sanatçı olarak birkaç manifestoyu biliyordum, belli başlı ve ünlü olanları. Ama bu metinler hep görsel çalışmayla birlikte değerlendirilen bir konseptti. Manifestoya tek başına baktığınızda radikal bir şey oluyor: Metin, sanatçıları sonradan ünlendirecek görsel çalışmadan ayırılıyor. Şunu da unutmamak lazım; manifestolar genellikle sanatçının kariyerinin en başlarında yazılır. Görsel eserler çoğunlukla daha ortaya çıkmamıştır. Manifestolar şöyledir: Ailenizin yanından elveda diyerek ayrılırsınız ve hayatta kendi yolunuzu ararsınız. Manifestolar, kızgın, isyankâr ama aynı zamanda da kırılgan ve özgüvensiz metinlerdir. Mesela Dogma ’95 manifestosunun adı dogma ve katı kurallar içeriyor belki ama yönetmenlerin yazarken çok eğlendiğini ve mizahi yönünü görebiliyorsunuz. Ayrıca bu metinlerin çoğu öngörülü… Sanatçılar zamanlarını ve gelecekte olabilecekleri hissedebiliyorlar. Bunu kanıtlayamıyorlar ama sanatlarıyla ortaya koyuyorlar. Bu metinleri okurken, sanatçıları dinlemek gerektiğini anlıyorsunuz. Çünkü siyasetçiler ve ekonomistlerin göremedikleri şeyleri, sanatçılar fark edebiliyor. Ayrıca da bana dokunaklı gelen bir diğer şey de sanatlarını bildiğimiz isimlerin, önemli düşünürler ve çok yetenekli şairler olduğunu keşfetmekti. Metinlerdeki edebi güzellik büyülüyor.
 
 
Filmi izlerken bir araya gelmiş manifestoların çoğunun bugün için de geçerli olduğunu fark ediyorsunuz. Manifestoları bugün yazılmış olmasalar da hatırlamak günümüzde önemli mi sizce?
 
 Kesinlikle önemli, çok çok önemli... ‘Manifesto’ üzerinde çalışmaya başladığımda dünya daha farklıydı. Manifestolar bugün önemli çünkü sesinizi eğer söyleyecek bir şeyiniz varsa yükseltmeniz gerektiğini hatırlatıyorlar. Bugün içeriği olmayan çok fazla gürültü duyuyoruz. Dünyanın her yerinde popülizm yükseliyor.  Her bireyin kimin konuştuğunu ve ne dediğini dinleme sorumluluğunun arttığını düşünüyorum. Metinler dediğinizin içeriğine dikkat etmenizi, kültür ve edebiyata önem vermeyi hatırlatıyor.  
 
Festivalde bugün
 
‘Anayurt Oteli’  (Atlas, 19.00): Ömer Kavur’un Yusuf Atılgan’ın aynı adlı eserinden uyarladığı film, Türkiye sinemasının en değerli klasiklerinden. Film, festivalde yenilenmiş kopyasıyla izleyiciyle buluşacak.
 
‘Gece Sahilde Tek Başına’  (Rexx, 13.30): Güney Koreli ünlü sinemacı Hong Sang-Soo’nun Berlin’den En İyi Kadın Oyuncu Ödülü kazanan film, güçlü bir kadın portresini sadelikten güç alarak sunuyor.
 
‘Kurtar Beni’  (İtalyan Kültür Merkezi, 19.00): Gerçek şeytan çıkarma ayinlerine yer veren ve Venedik Film Festivali’nin Ufuklar bölümünün En İyi Film Ödülü’nü alan film, çok etkileyici bir belgesel.