Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Sinema » “Mağduriyet nasıl anlatılır diye düşündüm”

“Mağduriyet nasıl anlatılır diye düşündüm”

“Mağduriyet nasıl anlatılır diye düşündüm”15 Şubat 2016 - 01:02 | Nazan Kesal ve Asiye Dinçsoy, Ahu Öztürk'ün yönettiği 'Toz Bezi'nde.
Ahu Öztürk, ilk uzun metrajlı kurmacası 'Toz Bezi'nde iki ev işçisinin hayatını konu alıyor. Öztürk, ev işçiliğini 'sınıfsal bir meselenin saklandığı, kapatıldığı bir yer' olarak görüyor
NİL KURAL
 
66. Berlin Film Festivali’nin Forum bölümünde gösterilen ‘Toz Bezi’, Ahu Öztürk’ün ilk uzun metrajlı kurmaca filmi. Başrollerini Asiye Dinçsoy ve Nazan Kesal’ın paylaştığı film, iki ev işçisinin hayatını konu alıyor. Berlin’de bir araya geldiğimiz Öztürk’le ‘Toz Bezi’ni konuştuk.
 
Filminizi niçin teyzenize adadınız?
 
Teyzemin ev işçisi olması nedeniyle benim gündelikçiliğe ayrı bir duyarlılığım oldu her zaman. Emel Çelebi’nin ‘Gündelikçi’ belgeselini izlediğimde de çok gurur duymuştum. Aslında gösterilebilir bir alan ve bir olgusal tarafı olduğunu belki o belgeselle de kavradım. O belgeselden kısa bir süre önce de ev işçiliği meselesiyle ilgili birkaç kitap okudum. Bende kişisel bir hikaye, tekil gibi duran şey bir yandan da toplumsal bir mesele. Bir kahramanım vardı ve düşünmeden yerleştirdiğim yer de ev işçiliği oldu. Teyzeme ithaf ettim çünkü bütün o kendi sınıfsal kimliğinin dışında benim için çok özel bir kadındır. Melektir. Onu anlatmak isterdim ama Yeşilçam filmi olur ondan. Onun karanlığını bulmam imkansız. Ona ithaf ettiğim bir filmim olması beni hep onurlandıracak.
 
'Toz Bezi' ekibi Berlin'deki gösterim sonrasında sahneye çıktı.
 
Truman Capote, ‘A Day's Work’ adlı öyküsünde bir ev işçisiyle bütün gün gezer ve gittikleri evlerin mahreminden bahseder. Ev işçilerinin gittikleri evin detaylarının bilmelerinin öykünüz açısından bir alan açtığını söyleyebilir miyiz?
 
Aksini söyleyebilirim. Ev işçiliği sınıfsal bir mesele ama aynı zamanda sınıfsal meselenin saklandığı kapatıldığı bir yer. Başka dinamikler var. Orta sınıf, evini temizleten, işveren olması gereken kişinin bir tür abla olduğu, koruyan kollayan olduğu söylenebilir. Evini temizletenin ev işçisinin sigortasını ödemek yerine kullanmadığı eşyalarını ve akıl verdiği bir tür yol göstericiliğine uzanan bir ilişki. Dolayısıyla sömürünün çok gizil olduğu bir alan. Çocukken teyzemle çalıştığı bir eve gitmiştim. Çok sezgisel olarak bildiğim şey şuydu: Evde kimse yoktu ve özgürdük. Ama orada yatağa yatmamamı veya bir şeye dokunmamamı sağlayan görünmez bir duvar vardı.
 
Bu sınırları koymaktan sizi zorladı mı?
 
Evet. O dinamiklerin içindeki sömürüyü tam da olduğu gibi vermek beni çok zorladı. Senaryonun 2-3 sene sürmesinin nedenlerinden biri de bu.
 
Filmi nerelerde çektiniz?
 
Ev işçilerinin evi Gülsuyu mahallesinde. Temizliğe gittiği yerler, Moda ve Caddebostan’da çekildi.
 
İlk filminizi çekmenin zorlukları var mıydı?
 
Senaryoda bahsettiğim zorlukların ötesinde filmi nasıl çekmeliyim meselesi beni çok zorladı. Öykü birçok katmanı içinde barındırıyor: Kürtlük, ev işçiliği, kadınların kendisi. “Bütün bu katmanların hikayesini anlattım” cümlesini kurduğunuz anda herkesin kafasında bir hikaye yazacağı kadar malzeme yüklü. Bütün o malzemeden sıyrılıp, bir sürü acıtıcı deneyim ve çatışmanın da akla geldiği hikayelerden kurtulup yeni bir dille anlatmanın kendisi beni çok yordu. Her anlamda kenarın kenarında duran karakterler. Bir sürü mağduriyet hikayesi. Mağdur ve mağduriyet nasıl anlatılır diye düşündüm ve bu, beni çok yordu. Tam da Nurdan Gürbilek’in dediği gibi, mağdurun dili yok. Dili olduğu zaman artık mağdur değil. Böyle bir paradoks var. Büyük çatışmalar, büyük meselelerden kurtulup onların ağırlığını hissedebileceğimiz, izleyiciyi o yüzleşmeden kaçırtmadan, klişeye yaslanmadan anlatmanın bir yolunu bulmaya kafa yordum.
 
Film Berlin’e seçildiğinde nasıl hissettiniz?
 
Çok sevindim. Birçok insan izledi ve sevdi, ama Berlin’e seçilmesi onay almak gibi oldu. "Olmuş herhalde," gibi bir hissin yanı sıra kendime ve filmime güven duydum. Göbek bağını kesip gönderiyorsun filmi. “İyi yere gitti kızım” gibi bir his oldu, bir tür annelik gibi. 
 
 
Rosi alkış topladı
 
Berlin’de yarışan filmler arasında ödül şansı yüksek bir film izleyiciyle buluştu. Gianfranco Rosi’nin göçmenlere Lampedusa Adası’daki gündelik hayatı göstererek odaklandığı belgesel ‘Fuocoammare’, önemli konusunu anlatmadaki olgunluğuyla alkış topladı. Göçmenlerin Avrupa’ya giriş noktalarından biri olan adanın gündelik hayatını göçmenlerin trajedisiyle birleştirirken seçtiği denge ve ahlaki duruşuyla Rosi’nin kapanışta görmezden gelinmeyeceği tahmin edilebilir. Rosi önceki filmi 'Sacro GRA' ile 2013’te Venedik Film Festivali’nden büyük ödül Altın Aslan’ı kazanmıştı.