“Kurosawa’nın tırnağı olabilsem...”
09 Ağustos 2016 - 12:08Bu yılki Locarno Film Festivali'nin ana yarışmasının jüri başkanlığını üstlenen ünlü Meksikalı yönetmen Arturo Ripstein’la kariyerini ve jüri başkanlığını konuştuk
NİL KURAL / LOCARNO
Meksika sinemasının usta yönetmeni Arturo Ripstein, bu yılki Locarno Film Festivali’nin Altın Leopar Ödüllü ana yarışmasının jüri başkanı. 50 yıla uzanan saygın bir kariyere sahip Ripstein, ‘El santo oficio’ (1974), ‘La reina de la noche’ (1994), Gabriel Garcia Marquez'in aynı isimli ‘El coronel no tiene quien le escriba / Albaya Mektup Yok’ (1999) ve ‘Koyu Kırmızı’nın (Profundo carmesi, 1996) aralarında olduğu önemli filmlere imza attı ve Latin Amerikan sinemasının önde gelen yaratıcı yönetmenleri arasındaki yerini hep korudu. Locarno’da bir araya geldiğimiz Ripstein’la ünlü bir yapımcının oğlu olmaktan Luis Buñuel’in setlerine, ilham kaynaklarından, Latin Amerika edebiyatına ve elbette jüri başkanlığına uzanan bir söyleşi yaptık.
Babanızın çok önemli bir yapımcı olması, film endüstrisini erken yaşta tanımanıza mı neden oldu?
Elbette. Babam ben doğduğumda da film çekiyormuş, kendimi bildim bileli setlerdeydim. Her zaman hayatım buydu. Setlerde büyülenirdim ve hiç ayrılmak istemezdim. Ancak 15-16 yaşında babama “Ben yönetmen olacağım” dediğimde kıyamet koptu.
Neden?
Bilmiyorum, nedenini hala merak ederim. Beni yetersiz görmüş ve ekmeğimi sinemadan kazanacağımı düşünmüş olabilir. Bana “Meslek edin” dedi, oysa ben filmlerin nasıl çekildiğini görmek istiyordum. Nitekim hukuk gibi dalları okumaya başlasam da hiçbirini bitiremedim. Bir noktada, “Film çekmeme yardımcı olmazsan ya kendimi ya seni vurumum” diye isyan ettim. Bu onu ikna etti. Vuracağımı düşünmedi elbette ama ciddi olduğumu anladı.
'Albaya Mektup Yok' (1999).
"Buñuel bir dâhiydi, setinde hiçbir şey öğrenmedim"
Gelmiş geçmiş en önemli yönetmenlerden Luis Bunuel’le işbirliğiniz neydi?
Her yerde asistanlığını yaptığım yazıyor, doğru değil. Sinemacılığı öğrenmeye karar verdiğimde Meksika’da sinema okulu yoktu Ama benim babam dolayısıyla yönetmenlere gidip onları sette izlemeyi teklif etme imkanım vardı. Bunuel de babamın bir arkadaşıydı. Silah severlerdi ve birlikte poligona giderlerdi. O yüzden ona gidip “Setinize gelebilir miyim?” diye sordum. En sonunda kabul etti. Diğerlerini çalışırken görmüştüm ama Bunuel bambaşkaydı. Hemen dedim ki, Bunuel’in setinde öğrenebileceğim hiçbir şey yok. Çünkü bir dâhi. Bir dâhiden kendinizi yetersiz hissetmek dışında bir şey alamazsınız. İşi kötü yönetmenlerden öğrenmek daha iyi. Onları görünce nelerin ters gidebileceğini anlardım. Tabii bir de bundan iyisini yapabilirim diye düşünürdüm.
Size ilham veren nedir?
Kendimin çektiği çok iyi bir film görmek. Hiçbir filmimi mideme kramplar girmeden, kıvranmadan izlemedim. Bir gün oturup, Akira Kurosawa’nın ‘Yedi Samuray’ı gibi bir film izleyip, “İşte bunu ben çektim” diyebilmek isterim. Bana ilham veren Kurosawa’nın tırnağı olabilme ihtimali.
Kariyeriniz boyunca filmlerinizde yaşamın kenarında, zorluklarla mücadele eden karakterleri izledik. Bu karakterlerin sizi çekmesinin nedeni nedir?
Her zaman mücadele ederek ayakta durabilen karakterlere ilgi duydum. Belki ben de böyle olduğum için. Belki Meksikalı olmam etkili olmuştur. Kariyerimde çok son gördüm, gelecek hiç parlak gözükmedi.
ABD’de veya fonların rahat bulunabildiği ülkelerde yönetmen olmak size göre değildi sonucuna varabilir miyiz?
Evet, Meksika zordu ama tekrar seçme şansım olsa yine Meksika’da kalırdım. ABD’de imkan bol ve her şeyi yapabilirsiniz dolayısıyla ne yapacağınızı bilirsiniz. Ama bence engeller önemli. Çünkü zorluklar, engeller olmadan içiniz acımaz. O da bendeki tutkuyu yok ederdi, sinema tutkusunu.
'Koyu Kırmızı' (1996).
"Latin Amerikalı sinemacılar edebiyatçıların gerisinde kaldı"
Carlos Fuentes ve Gabriel Garcia Marquez’le işbirlikleriniz var. Latin Amerika’nın güçlü edebiyat geleneğinin sinemayla karşılaştırabilir misiniz, birbirlerini beslediler mi?
Muhakkak. Tuhaf çünkü birkaç yıl içinde birkaç yazar dünyanın en iyileri arasına girdiler ve bu yeri korudular. Umarım sinema onlardan ilham almıştır. Ama Latin Amerika sineması asla Latin Amerika edebiyatının seviyesine çıkamadı. Örnek vereyim. Dünyanın herhangi bir yerinde birine en sevdiği 10 yönetmeni sorun, Latin Amerika’dan belki Luis Bunuel’i sayarlar, başka kimse çıkmaz. Aynı soruyu yazarlar için sorsanız, Jorge Luis Borges, Marquez, Julio Cortazar, mutlaka sayılır. Biz sinemacılar daha kötüyüz, orası kesin.
Yeni nesle yeni bir bakış açısıyla bakmalıyım
Jüri başkanı olarak çoğunlukla genç 17 yönetmenin filmini değerlendireceksiniz. Dijital devrimle sinema değişti. Yeni nesli nasıl görüyorsunuz?
Değişim hep olur. Ben de değişimin yaşandığı bir neslin mensubuyum. Biz de önceki nesille bağları kopardık, köprüleri yaktık. Meksika gibi sürekli değişen bir yerde aksi mümkün mü! Bize iyi gözle bakılmazdı, bizden yaşça büyük yönetmenler acımasızca eleştirirdi. Şimdi aynı şey bize oluyor. Yeni nesle ilk tepkimiz, yanılıyorlar demek olabilir. Ama ben öyle düşünmüyorum, “Muhtemelen yeni nesil haklı, sadece yeni bakış açısıyla bakmalıyım,” diye düşünüyorum.
Zor bir iş mi jüri başkanlığı?
Evet çünkü her film çok farklı. Spor karşılaşması değerlendirmeye benzemez. İçgüdülerinize güvenmek zorundasınız. Kıstaslar değişebilir, bu film beni duygulandırdı, yeni bir gözle görmemi sağladı, kalbim durdu, kalbim kırıldı, nefes alanı açtı gibi. En iyisini bulmaya çalışacağım ve nedenini çözmeye gayret edeceğim.