'Kendiniz değişmezseniz, toplum değişmez'
22 Kasım 2016 - 10:11Bu yılki Cannes Film Festivali’nde En İyi Yönetmen Ödülü’nü Olivier Assayas’la paylaşan Christian Mungiu'nin 'Mezuniyet'i geçen hafta gösterime girdi. Mungiu yeni filmini anlattı
NİL KURAL
Rumen Yeni Dalgası’nın en önemli yönetmenlerinden Cristian Mungiu’nun yeni filmi ‘Mezuniyet’ (Bacalaureat) Türkiye’de 18 Kasım’da gösterime girdi. Budapeşte’de geçen filmin ana karakteri Romeo, kızı Eliza’yı okumak için İngiltere’ye gönderip geleceğini kurtarmak istemektedir. Mezuniyet sınavlarından önce Eliza bir saldırıya uğrar ve sınavlarda bekleneni verme ihtimali çok azalır. Romeo, bunun üzerine sınav sonuçlarıyla ilgili bir hileye başvurur. Yarıştığı bu yılki Cannes Film Festivali’nde En İyi Yönetmen Ödülü’nü Olivier Assayas’la paylaşan Mungiu, Altın Palmiyeli ‘4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün’de olduğu gibi bir kez daha Romanya toplumuna bakıyor. Mungiu’yla Cannes’da bir yuvarlak masa söyleşisinde bir araya geldik ve ‘Mezuniyet’i konuştuk.
Siz hiç sınavda hileye başvurdunuz mu?
Evet yaptım. Ama tam hile yapmak değil komünist döneme özgü bir sistem içinde bir yola başvurdum. Benim neslim Romanya’da Nikolay Çavuşesku’nun çıkardığı ve kürtajı yasaklayan bir kanun döneminde dünyaya geldi. “4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün’de de bundan bahsettim, şimdi de bahsediyorum. 1964’de kız kardeşim doğdu, ben dört yıl sonra. Onun döneminde A, B, C sınıfları vardı ve 26’şar kişiydi. Dört yıl sonra ben okula gittiğimde sınıflar A’dan M’ye kadar gidiyordu ve 42’şer kişilik sınıflardı. Sonuçta siz çok kalabalık bir çocuk neslinin önemsiz bir parçasıydınız. Öğretmenler 16 yaşınızdayken mesleğinizi seçmenizi isterlerdi. Ben babam doktor olduğu için tıp okumak istiyordum. Sınıftaki tıp okumak isteyen çocuklar ayrı oturtulur ve matematik derslerinde başka derslere çalışabilirdi mesela. O yüzden mezuniyet sınavlarına girdiğimde matematik bilmiyordum. Öğretmenler bizim hile yapmamızı teşvik etmeseler de göz yumarlardı. Şimdi çocuklar tıp okumak istiyorsa 5-6 kişi bir sınıftan o sınava giriyor. Benim dönemimde 40 kişi o sınava giriyordu. İşin kötü kısmı da şuydu: Eğer tıp fakültesine giremezseniz sizi komünist orduya gönderiyorlardı. 16 ay orduda hizmet ediyordunuz. Filmde baba Romeo, polisle konuşurken, bir adamın onlara ordu konusunda yardım ettiğinden bahsediyor. Bu küçük bir detay olabilir. Ama ödün vermenin çok erken başladığını gösteriyor. Bu filmi yapmaya karar verdiğimde dönüp geçmişe baktım ve şu soruyu sordum, “İlk ödünü ne zaman veriyoruz?”. Böyle bir an var mı? Çocuklukta mı, ergenlikte mi? Çünkü ödün vermeye bir kez başladığınızda bunun dönüşü yok. Sonsuza kadar ödün verirsiniz. Çocuklarınızı 18 yaşına kadar kimseye bir şey borçlu olmadan yetiştirebilir misiniz? Bunlar filmin sorduğu sorular. Cevapları bende değil. Bu tür dünyada yaşayıp ödün vermemek mümkün mü bilmiyorum.
Adrian Titieni ve Maria-Victoria Dragus filmde babayla kızı canlandırıyorlar.
Ülkeden ülkeye göre değişiyor mu sizce ödün verme mevzusu?
Büyük bir soru. Sosyal ve etnik bir yargıda bulunursam yanlış genellemeler yapabilirim. Mesela evet, Kuzey Avrupa ülkelerinde kanuna uymak toplum değerlerinin bir parçası. Birkaç yıl önce Romanya’da bir eğilim ortaya çıktı ve Kuzey Avrupalıları kamu kurumlarının yönetimine taşıdı. Kanuna saygı duyuldukları için. Ama ne kadar genelleme yapılabilir bilmiyorum. Doğu Avrupa ülkeleri, komünizm geçmişi nedeniyle ödün vermeye, yozlaşmaya daha yatkın demek de genellemek biliyorum. Ama istatistik olarak dünyanın bu bölümünde daha yaygın olduğu da bir gerçek.
Film, Romanya’dan ayrılıp başka bir yerde gelecek kurma hikayesi üzerinde duruyor. Sizce ülkenizde film nasıl karşılanacak?
Ben Romanya’da yaşıyorum, çocuklarımı da Budapeşte’de yetiştiriyorum. Umarım insanlar bu filmi eleştirel gözlerle izler. Romanya’da sinemanın sosyal konularda konuşma potansiyeli olan bir sanat olduğunu unuttuk. Sinema eğlence ya da gişe rakamlarıyla değerlendiriliyor. Önceki filmlerimin de konuşulmasını istiyordum ve öyle de oldu. Konuşuldular çünkü yurtdışında başarılı oldular. İnsanlar onlara ödül almış nesneler olarak yaklaştılar ve gurur duydular. Ama benim istediğim böyle bir kendinden söz ettirme değildi. ‘Mezuniyet’le ilgili ilk yorumlar genellikle “Bir vatanseverseniz bu filmi görün” şeklinde. Bahsettiği konulardan söz edilmiyor. Çünkü insanlar hakikati görmek istemiyor. Ben filmlerimi samimiyetle çekiyorum, dolayısıyla Romanya’yla ilgili kendi hakikatimden bahsediyorum. Bu ülkeyi kötülemek değil. Eğer hakikatten hoşlanmıyorsak, ülkemizin gerçekliğini ve işlerin işleyişini değiştirmek zorundayız. Çektiğimiz filmleri değil. Ben olayları gördüğüm şeklinde yansıtıyorum. ‘Mezuniyet’le ilgili resmi makamlardaki birkaç kişi Romanya’yı bu şekilde yansıtan bir filmi tanıtmayacaklarını vurguladılar. Ama sanat gerçek hakkında konuşur, gerçekten bahsetmekten kaçınmaz.
Beyin göçü Romanya’da tartışılıyor mu?
Elbette. Son yıllarda ülkenin yüzde 10’u Batı’ya gitti ve gidenler ülkenin eğitimli elit tabakasıydı. Eğitim sistemimiz iyi değil ama iyi öğrencilerimiz var. Okullarda odaklanılan bir avuç çok iyi öğrenci yetiştirmek, her öğrenciyi belli bir seviyeye taşımak değil. Öğretmenler bundan gurur duyuyor. Eğer bütün eğitimli ve zeki öğrencilerle giderse kalanlarla ülkeyi değiştirmeyi hayal etmek de pek gerçekçi değil.
Mezuniyet sınavları öncesi saldırıya uğrayan Eliza'nın (Maria-Victoria Dragus) başarısı, birçok hayatı etkileyecek bir entrikaya dönüşüyor.
Siz hiç Romanya’dan ayrılmayı düşündünüz mü?
Ciddiyetle düşünmedim, hayır. Filmlerimi Romanya’da ve Rumence çekiyorum. Bence bir sinemacı olarak bildiğiniz anladığınız konulardan bahsetmelisiniz. Romanya’da içinde yaşadığım toplumu derinlikli olarak anlıyorum. Eğer bir yere göç edersiniz o toplumu anlama ihtimalimiz yok. En azından uzun yıllar boyunca. Her zaman yabancı olarak kalırınız. Kendi ülkenizi anladığınız gibi anlayamazsınız. Benim için Romanya’nın gerçeğinden bahsederken insan doğası ve değerleri hakkında film yapmak, daha geniş kitlelere hitap edecek filmler yapmaktan daha önemli.
Filminizde sürekli bir tekinsizlik atmosferi var. Bu bir metafor mu?
Evet, bir tehdit ve tedirginlik havası var. Tedirginlikten bahseden de bir film de çekmek istedim çünkü bu, insanların toplum içinde çok sık hissettikleri bir duygu. Tedirginliği suçluluk duygusu yaratıyor. Seçimlerinizin etik olmadığını hissettiğinizde ve insanlardan gerçekleri gizlediğinizde takip edildiğinizi veya ne yaptığınızı bilenler olduğunu düşünürsünüz. Aslında sizi takip eden suçluluk duygunuzdur. Ödün verdiğinizde bunun ortaya çıkacağını bilirsiniz. Romanya’daki insanlarda çok fazla tedirginlik ve saldırganlık var. Çünkü toplumun ayakları yere basmıyor. İnsanlar birbirleriyle birlikte yaşamak üzerine çalışmamış, herkes kişisel çözümlerini bulmuş. Genel olarak toplumda çok fazla depresyonda insan var. O depresyonun kişisel olarak değil, toplumun genelinin de yaydığı bir duygu olduğunu da düşünüyorum. İnsanlar farkında olmasalar da toplumun etik ve sosyal düzeyde istedikleri gibi işlememesinin bunalımını yaşıyor. Bunu filme nasıl vermeye çalıştım? Kolay değildi. Film, kazalarla çekilir. Bu tedirginliği yaratacak kazalara izin verdim filmin çekimlerde.
‘Mezuniyet’te Michael Haneke’nin ‘Saklı’sına referans veriyorsunuz.
Aralarında bir ilişki var. O filmi seviyorum, Haneke’nin en iyi filmlerinden. O filmde de karakter suçluluk duygusu yaşıyor ve kendine gerçeği söylemiyor. Bencilce seçimler yaptıysanız bu eninde sonunda seçimler sizi bulur, ‘Saklı’ bununla ilgili.
'Genç olmak tek başına bir değer değildir'
Yeni nesil konusunda ümitli misiniz? Eliza’nın finalde ödün verdiğini mi buna direndiğini mi düşünüyorsunuz?
İyi bir soru. Filmin sonundaki müziğin nostaljik bir değeri var. Nostaljik şeyler nedense insana umut veriyor. Filmi Budapeşte’de arkadaşlarıma gösterdiğimde filmin sonunda bu müzik yüzünden umutla doldular. Ben emin değilim. Eliza sonunda kendisini o sistemden kurtaracak mı bilmiyorum ama hayır, kurtaramayacak deme eğilimindeyim. Ama yorum izleyiciye ait. Yeni nesil eski nesilden daha iyi olacak demek kolay değil. Eğer onların eğitimine büyük yatırımlar yapmadıysanız, eğitimlerini değiştirmediyseniz, genç olmak tek başına bir değer değildir ki. Anne babanızdan etik olarak daha gelişmiş doğmazsınız. Eğitimle işler değişebilir. Genç nesle ümit bağlamadan önce sorumluluğumuzu almalıyız.
'Yozlaşmada bizim de payımız var'
Filmde ödün vermek sonunda suç işlemeye eviriliyor. Bu gidişatın bu şekilde mi olduğunu düşünüyorsunuz?
Bence eğer verdiğiniz ödünleri kendinizde hoş görebiliyorsanız toplumdaki yozlaşmayı daha rahat hoş görürsünüz. Çünkü ilk ödünü verdiğinizde “Yaptığınız doğru değil” deme hakkını; dolayısıyla bu cümlenin etik gücünü kaybediyorsunuz. İçten içe yaptığınızın etik olmadığını biliyorsunuz. Bu filmde sosyal bir boyut olan yozlaşma, kişisel bir boyut olan ödün verme ve toplumun değerlerini sürdüren eğitim arasındaki ilişki hakkında akıl yürütmeye çalıştım. Yozlaşmanın yaygın olduğu toplumlarda farkında olmasak da bunda bizim de payımız bulunduğunu göstermek istedim. Eğer kendinizde bir şeyler değiştirmezseniz toplumun değişmesini bekleyemezsiniz. Kendinizde bir şeyleri değiştirmek için de kişisel olarak sizin için en iyi olacak çözüme yönelemezsiniz. Kişisel çözüm sizin veya çocuğunuz için en iyisi olabilir ama bu şekilde davrandığınızda toplumda değişiklik olmasını beklemezsiniz.
Romeo, çocuğunu okumaya İngiltere’ye gönderdiğinde onun hayatının değişeceğini düşünüyor.
Gerçek Batı dünyası ve insanların zihnindeki Batı arasında fark var. Bizim gibi Doğu Avrupa’da büyüyenler Batı’yı her şeyin doğru olduğu bir yer olarak hayal ediyor. Gittiklerinde hiç de bekledikleri gibi bulmuyorlar. Çünkü İngiltere’de veya Fransa’da doğup büyümek ile oraya diğer bir göçmen olarak gelmek arasında büyük fark var. Ama ülkelerimizi düşündüğümüzde çoğu ebeveyn çocukları için en iyi geleceğin onları Batı’ya göndermek olduğunu düşünüyor. Şu da var: 20 yıl önce Batı konusunda daha saftık. Şimdi dünya küçük ve çocuğunuzun büyüyeceği ideal bir yer olduğundan emin değilim. Elinizdeki çözümleri düşünmelisiniz. Romeo bence Batı’yı fazla idealize ediyor.