Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Sinema » “Eşitlik için sürekli bir mücadele gerekli”

“Eşitlik için sürekli bir mücadele gerekli”

“Eşitlik için sürekli bir mücadele gerekli”06 Kasım 2017 - 03:11
İsveçli yönetmen Ruben Östlund’la Türkiye’de 3 Kasım’da gösterime giren ve bu yıl Cannes Film Festivali’nden Altın Palmiye ile dönen filmi ‘Kare’yi konuştuk
NİL KURAL
 
Türkiye’de 3 Kasım’da gösterime giren ‘Kare’ (The Square), ‘Play’ ve ‘Turist’le (Force Majeure) dünya sinemasında önemli bir yer edinen İsveçli yönetmen Ruben Östlund’a bu yıl Cannes Film Festivali’nden büyük ödül Altın Palmiye’yi kazandırdı. İsveç’te bir modern sanat müzesinin küratörü Christian’ın yaşadığı çelişkiler üzerinden Avrupa ve toplumun dinamiklerine mizahla bakan Östlund’la bir araya geldiğimiz Cannes Film Festivali’nde ‘Kare’yi konuştuk.
 
Ruben Östlund Cannes'da Altın Palmiyesiyle.
 
Filminizde adeta medeniyeti bir arada tutan dikişlere saldırıyorsunuz. Önceki filmlerinizden ‘Play’deki gibi. Bu dikişleri sağlamlaştırmak için yapabileceğimiz bir savunma var mı size göre?
 
‘Play’den söz açmanız ilginç çünkü ‘Kare’nin bütün konsepti ‘Play’den çıktı bir bakıma. ‘Play’den önce yaşadığım şehirde çocukların kendi yaşlarındaki çocukları soymalarıyla ilgili davalar hakkında bir haber okuduğumda şaşırmıştım. Gündüz vakti, bir alışveriş merkezinde bir sürü soygun olduğunu öğrendiğimde… Birçok yetişkin yanlarından geçip gidiyordu. Çocuklar yardım istemediler ve yetişkinler başları dertte olan çocukları fark etmediler bile. Babama bunu anlattığımda, kendisi 6 yaşındayken boynuna ev adresinin yazdığı bir kâğıt asıp Stockholm’ün merkezine oynamaya yollandığını söyledi. Bundan çıkardım ki, 1950’lerde İsveç’te medeniyet veya daha dar tutalım, birbirimize karşı nasıl davrandığımız meselesi, bir çocuğun başı beladaysa bir yetişkinin ona yardımcı olacağı fikrine dayanıyormuş. Bugün ise çocuğumuza bir yetişkinin onun için tehdit olduğunu öğretiyoruz. Davranış şeklinin ne kadar değişmiş olduğundan bahsediyorum. Filme adını veren enstalasyon ‘Kare’ ise kendi içerisinde bize toplumdaki rolümüzü hatırlatacak bir sembolik alan yaratmak üzerine ve bence bu sorunları yansıtıyor. Kültür eninde sonunda bu konularla meşgul olmanın bir yolu…  
 
Christian bir noktada “Bunları tek başıma çözemem, toplum bir bütün olarak çözebilir” diyor. Diğer yandan filmdeki performans sahnesinde toplumsallığı dışa iten ilkelliği hatırlatan bir şiddet ihtimali var. Ya görmezden gelip başka yöne bakacağınız ya da gözümüzü dikip mücadele edeceğiz… Orta yoldan söz edilebilir mi sizce?
 
Gündelik hayatta iş bireyler olarak bize düşüyor. Ama mesela bir dilenciyle karşılaştığınızda kendinize sorarsınız, “Bir birey olarak bu insanın sorunun çözümü bende mi?”. Veya soru şu da olabilir:  “Vergileri yüzde 0,1 artırıp bununla toplumsal düzeyde mücadele edebilir miyiz?”. Yani, bu sorunun farklı seviyelerde farklı yanıtları var. Gündelik hayatta pratik düzeyde biri yardım istediğinde ne yapacağız veya toplum olarak ne yapabiliriz? Ama eninde sonunda bence Christian söylediğinde haklı.
 
Danimarkalı aktör Claes Bang, 'Kare'nin başrolünde.
 
‘Kare’ aynı zamanda sorumluluk almakla ilgili bir film.
 
Evet. Adaletsizlik ve eşitsizlik görmek bizi kışkırtıyor, bizi birliğe itiyor. İnsanları başarılı bir tür yapan da bu, eninde sonunda. Eşitsizlikle mücadele bitmeyecek bir kavga ve asla ütopyaya ulaşamayacağız. Sürekli eşitlik için mücadele etmek gerekli.
 
İnsanların eşitsizliğe karşı birleştiğini söylüyorsunuz. Ancak filminizde de dünyada da uçurumun daha da arttığını görüyoruz.
 
'Kare'den önce ekonomi profesörü Per Molander’in ‘The Anatomy of Inequality’ adındaki bir kitabını okuyordum. Diyor ki eşitsizlik her sosyal durumda oluşur. Bir taşı yerde atmak gibi, yer çekimi o taşı yere düşürecektir, eşitsizlik olacaktır. Eğer buna karşı mücadele etmezsek... Ancak bu şekilde o taş havada kalabilir. Annem sıkı bir komünist ve komünist dünya idealini tarif ederken bir ütopyayı tasvir ediyor. Ona göre bu ütopyaya ulaşıldığında bu, kalıcı bir ütopya olacak. Ama kitap bu mücadele sürekli olacak ve olmak zorunda diyor ki bence haklı.
 
Filmde eleştiri oklarının hedeflerinden biri de basın. Filmde bir sansasyon olmadan ilgileri bu alana çekilmiyor. Eleştirdiğiniz gidişatta basını da suçluyor musunuz?
 
Kesinlikle. Filmin ilgilendiği konulardan biri de basınla ilişkiler şirketinin tavrı, “Bunlar çok güzel, hümanist değerler ama kimin umurunda” şeklindeki. Basındaki bu tavır politikacıları da etkiliyor, terörist organizasyonların da çok işine yarıyor. Basının etik kuralları vardı ve bunlar çok yararlıydı ama bir şekilde kenara itildiler. Basın da, film endüstrisi de tavırlarımızda yapıcı mıyız diye sormaktan geri duruyor. Şiddet olaylarını yansıtırken nasıl davranmalı? Bunları yayınlayarak kopyacılar yaratmıyor muyuz? Bence bugün bu çok büyük bir sorun çünkü insan kopyalayan bir canlı. Gördüklerimizi taklit ediyoruz, reklam sektörü zaten bu yüzden bu kadar iyi işliyor. Nasıl bir tişörtü gördüğünüzde almak istiyorsanız silah tutan bir birini gördüğünüzde de birileri bunu taklit etmek istiyor. Mesela İsveç'te aşırı sağ partiler var. Ne zaman çok saçma bir şey söyleseler, gazetelere manşet oluyorlar. İnsanlar varlıklarından haberdar oluyor ve onlara oy veriyorlar.
 
Elisabeth Moss ve Claes Bang.
 
Bir söyleşinizde filmlerinizde şiddet göstermeyeceğinizi söylemiştiniz.
 
Evet, insanın taklit eden bir canlı olduğunu düşündüğüm için onaylamadığım bir davranış şeklini filmlerimde göstermem. Kendi hayatıma bakıp ne kadar şiddete şahit olduğumla filmlerde ne kadar fazla şiddet gördüğümü kıyaslarsam şunu diyebilirim: Şiddet benim için dramatik bir etki yaratmanın ucuz bir yolu. Birçok yönetmenin benimle aynı ideolojik noktadan başlayıp Hollywood'a adım attıklarında bundan vazgeçmeleri ve etrafta insanların silahlarla koşuştuğu filmler çektiğini görüyorum.
 
Etrafınızda az şiddet gördüğünüzü söylüyorsunuz ama diğer yandan dünyanın en mutlu ülkelerinden birinde yaşıyorsunuz. Savaşın, çatışmanın günlük hayatın parçası olduğu ülkeler de var.
 
Doğru, bunun farkındayım. Ama sinemada gördüğümüz şiddetin çok büyük bölümü bu filmlerin yönetmenlerinin veya senaristlerinin hayatlarını yansıtmıyor. Sadece tür sinemasını tekrarlıyorlar. Benim için önemli olan kendi hayatıma ve deneyimlerime sadık kalabilmek. Benim referanslarım bunlar ve onlara uygun filmler çekiyorum. Elbette istediğiniz konuyu işlemekte ve bunu istediğiniz görüntüyle göstermekte serbestsiniz ama bunun yarattıklarının sorumluluğu da size ait. 
 
Modern sanat hakkındaki fikirleriniz nedir?
 
'Kare' mesela benim bir arkadaşımla yaptığım bir iş. 3 şehirde inşa edildi. İsveç'te, Norveç'te... Geceleri yanan bir ışık ve bir şehirde bir harekete dönüştü, insanlar protestolarını ‘Kare'nin etrafında gerçekleştirdiler. Orayı kullanmaya başladılar. Aynı zamanda da sanat dünyasını gerçek hayattan kopuk olduğu için eleştiriyorum elbette. Bu da, seyahat edip modern sanat müzelerini ziyaret ettiğimde edindiğim bir fikir.
 
Filmleriniz genellikle güç oyunlarını konu alıyor. 'Kare'de ele aldığınız kurumsal güç oyununun en tehlikelilerden biri olduğunu mu düşünüyorsunuz?
 
En tehlikelisi bu mu bilmiyorum. Şu da var, İsveç'te devlete karşı bir güven var. Benim için mesela sokakta güvenlik kameraları görmek korkutucu değil. Devletin bunu iyi bir amaçla yaptığını düşünüyorum ama diğer yandan bunun ülkeden ülkeye göre değişen bir şey olduğunu da biliyorum. Veya popülist bir hükümet geldiğinde bunun tersine nasıl dönebileceğinin de farkındayım.
 
'Kare'de bir önceki filminiz 'Turist'e göre mizahın dozunu daha da artırıyorsunuz. Bu seçimi yapmanızın nedeni nedir?
 
Sanat sinemasının tür sineması kadar komedi barındırabileceğini düşünüyorum. Önemli bir konu hakkında ağır ağır konuşulan, filmden önce kısa bir alıntıya veya metne yer veren, sessizliğin öne çıktığı bir üslupla film çekebilirsiniz. Ben sinema okulundayken şu an yaptığım şey aklımdan bile geçmezdi çünkü sevdiğim sanatı taklit etme eğilimi öne çıkardı. Yönetmen Roy Andersson’ı çok severim. O da, her zaman önemli bir konuyu mizahla işlemekten bahseder. Bence sonuna kadar haklı. Filmdeki halkla ilişkiler şirketi gibi. Eğer önemli olduğunu düşündüğünüz bir konudan bahsediyorsanız insanların ilgisini o konuya nasıl çekeceksiniz? Mizah bunun bir yolu.
 
'Turist' önceki filmlerinize göre herkesin üzerinde uzlaştığı bir filmdi. ‘Kare’nin özellikle İskandinav toplumları üzerine daha fazla tartışma yaratan bir filme dönüşeceğini düşünüyor musunuz?
 
Umarım öyle olur. İnsanları bir filmle ilgili uzlaşmaya varamamasını çok seviyorum. ‘Play’in DVD'sinde bir tarafta "Yılın en iyi filmi" diyen diğer tarafta "Yılın en kötü İsveç filmi" diyen alıntılara yer vermiştik. Bunu çok sevmiştim.