Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Sinema » ‘Dijitale dönmek her şeyi değiştirdi’

‘Dijitale dönmek her şeyi değiştirdi’

‘Dijitale dönmek her şeyi değiştirdi’10 Nisan 2017 - 05:04 | Stellan Skarsgård ve Nina Hoss, Volker Schlöndorff'un yönettiği 'Return to Montauk'ta.
'Teneke Trampet' ile Alman sinemasının klasiklerinden birine imza atan tecrübeli yönetmen Volker Schlöndorff, yeni filmi 'Return to Montauk'u sunmak için İstanbul Film Festivali'ne konuk oldu
NİL KURAL
 
36. İstanbul Film Festivali’nin konuğu olarak filmi ‘Return to Montauk’ı sunmaya gelen ünlü Alman yönetmen Volker Schlöndorff, Günter Grass uyarlaması ‘Teneke Trampet’in de aralarında olduğu filmografisiyle Yeni Alman Sineması’nın en önemli figürlerinden biri. Bu yıl Berlin Film Festivali’nde yarışan, başrollerini Stellan Skarsgård, Nina Hoss ve Bronagh Gallagher’ın paylaştığı ‘Return to Montauk’da 30 yıldır unutamadığı bir kadını tekrar görmek isteyen bir yazarın hikayesini anlatan yönetmenle kariyerini konuştuk.  
 
Volker Schlöndorff ve Nil Kural.
 
Bu, İstanbul’a ilk ziyaretiniz mi?
 
Hayır değil. İlk ziyaretimi unutmam mümkün değil, kasım 1963’tü. J. F. Kennedy’nin vurulduğu gün Galata köprüsünden arabayla geçiyordum. İstanbul’un görüntüsü bir şekilde hep aklıma J. F. Kennedy’nin öldürülmesiyle birlikte geliyor. Olumsuz anlamda değil, duygusal açıdan. Tüm dünya gibi İstanbul da şoktaydı. O dönem Fransız bir yönetmenle Akdeniz kültürüyle ilgili bir belgesel çekiyorduk. İstanbul’dan sonra İzmir’e, Suriye, Lübnan ve Kuzey Afrika’ya gittik. Biz Avrupalılar için Akdeniz deyince hep Yunanistan ve İtalya akla gelir. Ama bence burada sokaktaki hayat, satıcılar, pazarlar, kahveler derken, burasıNapoli’den daha Akdeniz. Hem Doğulu hem Batılı olması açısından gerçek Akdeniz bu. 1963’den sonra da birçok kez geldim, ama iş nedeniyle değil.
 
‘Return to Montauk’ın İsviçreli ünlü yazar Max Frisch’le bağlantısından bahsedebilir misiniz?
 
Filmin senaryosu orijinal. Ancak Frisch’in ‘Montauk’ adlı öyküsüne bir gönderme var ve filmin ana karakteri bir yazar. Frisch’i anma gibi düşünülebilir. Bir bölümü otobiyografik ama edebi bir film. 
 
Filmin otobiyografik bir yönünü biraz açabilir misiniz?
 
Filmin ana karakteri benim. New York’a bir film gösterimi için gitmiştim ve ve benim hayatımda da filmdeki Rebecca gibi bir kişi vardı. 15 yıl sonra gördüm ve ona dönebileceğimi, o güzel ilişkiye dönebileceğimi düşündüm. Geri kalan her şey farklı ama bu kısmı benden. Olaylar, diyaloglar ve duygular deneyimlerime dayanıyor.
 
‘Teneke Trampet’, Frisch uyarlaması ‘Homo Faber’, Proust uyarlaması ‘Swann’ın Aşkı’nın da aralarında olduğu birçok edebiyat uyarlamasını yönettiniz. Edebiyatın sinemadaki rolü hakkında ne düşünüyorsunuz?
 
Romanlar; biri hayatında bir ikilem, bir çatışma yaşadıktan sonra yazılır. Her zaman retrospektiftir ve hayatla ilgili bir yansımadır. Benim edebiyat uyarlamalarım da her zaman bir hikaye anlatmasının yanı sıra hayatın bir yansımasını içerir. Dolayısıyla edebiyatın filmlere katkı yapacağını düşünüyorum.  Benim gençliğimde edebiyat uyarlamalarına burun kıvrılırdı ama gerçek şu ki o filmler zamana daha iyi direndi. Ancak her edebiyat uyarlaması eleştirilmeyi de birlikte getirir. 
 
Sinemada Yeni Alman Sineması’nın çıkışı ve Fransız Yeni Dalgası gibi devrimsel nitelikte dönemlere şahitlik ettiniz. Sizce benzer dönüm noktaları sinema takipçilerini bekliyor mu?
 
Bence çoktan oldu, farkında olmadık ve dijitale dönmek her şeyi değiştirdi. Dijital kameraları biliyorsanız, her yerde çekersiniz, gece tek bir mum ışığında bile. Bugüne kadar sadece teknik bir devrim olarak kaldı. Estetik veya hikaye anlatımı olarak yeni yeni değişmeye başladı. O söylediğiniz dönemlerdeki gibi görünür değil henüz. O dönemde hepimiz politik sularda yüzüyorduk. Sosyal ilişkiler de bu çerçeveden anlatılıyordu. Şu anda yeni dünyada neyi nasıl anlatacağımızı, nasıl başa çıkacağımızı bilmiyoruz bence. Her şey çok hızlı. İnternet ve akıllı telefonlar insan ilişkilerini çok değiştirdi. Bu yeni hayatta nasıl hikayeler anlatmamız gerektiğini bilmiyoruz. ‘Return toMontauk’a eski moda diyen eleştirmenler bence teknik bir konudan bahsetmiyor. Duyguların, 30 yıl önceki bir aşkı düşünmenin, saplanmanın eski moda olduğunu kast ediyorlar. 
 
‘Teneke Trampet’te kendi çocukluğum da var’
 
Eleştirilmeyen bir edebiyat uyarlaması olarak ‘Teneke Trampet’i sayabiliriz. Bu filmin başarısını neye bağlıyorsunuz?
 
Roman, büyük bir eserdi ve uzun süre de okumayı sürdürecek. Çünkü tarihte bir dönemi bir çocuğun gözünden gösterme fikri, harika bir bakış açısı. Filmin başarısı benim o muhteşem çocuğu bulmam ve çocuğun filme dönüşmesinde saklı. Gözleri ve yaşı küçük olmasına rağmen sahip olduğu agresif enerji... Filmi canlandırdı. Bir yandan da kendi çocukluğumu yeniden yaşadım. Ben çok makul bir çocuktum; o ise agresif bir çocuktu, bir ‘enfantterrible’ydi (kötü çocuk). O da benim gibi annesinin ölümünün travmasını yaşıyordu. Sanki sadece edebiyat uyarlaması gibi değildi, kendimden de bahsediyordum. 
 
Festivalde bugün
 
‘Ghost in the Shell’ (Atlas, 11.00): Bu kült Japon animasyonun yeniden çevrimi gösterimdeyken, ‘Matrix’ serisi başta olmak üzere birçok filme metni ve siberpunk atmosferiyle ilham kaynağı olan özgün halini izlemenin tam zamanı.
 
‘Azgelişmişliğin Anıları’ (Nişantaşı City’s, 13.30): Politik sinemanın önemli yapı taşlarından olan Küba yapımı ‘Azgelişmişliğin Anıları’, 1968 yapımı ve keşfedilmeyi bekleyen bir ‘gömülü hazine’.
 
‘Ev’ (Nişantaşı City’s, 19.00): Belçika yapımı film, günümüz gençlerinin dünyasındaki büyüme sancılarını yenilikçi bir sinema diliyle anlatıyor ve Fien Troch’a gösterildiği Venedik Film Festivali’nin Ufuklar Bölümü’nden En İyi Yönetmen Ödülü kazandırdı.