Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Sinema » “Ararat’ zamanın ilerisindeydi”

“Ararat’ zamanın ilerisindeydi”

“Ararat’ zamanın ilerisindeydi”20 Ocak 2015 - 01:01
Bağımsız sinemanın önemli isimlerinden Atom Egoyan ile "Kayıp Çocuk" filmini ve Türkiye'de gösterime girmeyen "Ararat"ı konuştuk

NİL KURAL

 

Dünya sinemasının en önemli yönetmenleri arasında yer alan Kanadalı Atom Egoyan, ‘The Sweet Hereafter’, ‘Exotica’ ve ‘Ararat’ın da aralarında olduğu filmleriyle 1980 ortalarından beri takip edilen isimler arasında. Egoyan’ın geçen yıl Cannes’da yarışan yeni filmi ‘Kayıp Çocuk’ (The Captive), 2 Ocak'ta Türkiye’de gösterime girdi. Telefonla görüştüğümüz Egoyan, filmi ve kariyeriyle ilgili soruları yanıtladı.

 

‘Kayıp Çocuk’un başroldeki Ryan Reynolds’ın kariyerini yeniden tanımlayacağını söylüyorsunuz. Nedenini açıklayabilir misiniz?

 

Romantik komedileri ve personası nedeniyle belli bir imajı var. Ama ben bazı filmlerinde dramatik bir potansiyeli olduğunu da gördüm. Özellikle bu filmin son sahnelerindeki performansı onun yepyeni bir yönünü gösteriyor. Tamamen farklı filmografisinden.

 

Bu filmde gözetleme kültürüyle ilgili kariyerinizin başında ilgilendiğiniz temalara dönüyorsunuz.

 

Evet, bu teknolojileri incelemiştim ama dünya değiştiği için yeniden inceleme gereği duydum. İnsanların izleme ve paylaşma kabiliyeti radikal şekilde arttı. İlk başta bu temalarla uğraştığımda bunlar özel şeylerdi. Burada kaç kişinin izlediğini, ne görmeyi beklediğini bilmiyoruz. Bu bir altkültür ve bu altkültürün doğası çok karmaşık. Artık dünyada sadece sizi izleyen ‘büyük biraderler’ değil, küçük biraderler, ortanca birader, üvey biraderler var.

 

Ryan Reynolds, "Kayıp Çocuk"un başrolünde.

 

‘The Sweet Hereafter’, ‘Exotica’, ‘Devil’s Knot’ ve son filminiz ‘Kayıp Çocuk’ta çocuklar bir şekilde tehlike altında veya zarar görmüşler. Bu temanın nedenini sorabilir miyim?

Çünkü çocuklar bir geleceği temsil eder. Sadece toplumun değil; değerleri ve kimliğimizi aktarma şeklimizin de geleceği. Haklısınız bunlar gerçek anlamda kaybolan çocuklar ama filmlerin sorusu “Geleceğin bir bölümünü kaybettiğimizde neler olacak?” gibi düşünülebilir. ‘Devil’s Knot’ gerçek bir hikayeden uyarlanmış olsa da, bunun tam bir örneği. Toplum öldürülmüş 3 çocuk için 3 diğer çocuğu kurban veriyor. Adalet olduğu düşünülen şey uğruna.

 

‘Kayıp Çocuk’a hazırlanırken referans olarak nerelere baktınız?

 

Kaçırılan esir tutulanla ilgili o kadar çok film var ki, neredeyse bir alt tür hatta türden bahsedilebilir. Tabii işlerin başı Fritz Lang’in ‘M’i ama popüler sinemada ‘Ransom’dan klasiklerde William Wyler’ın ‘The Collector’ına uzanan filmler mevcut.

 

‘Ararat’ın 12 yıl ardından Fatih Akın’ın ‘Kesik’i gösterime girdi. Sizce 1915’e bakış konusunda bir şeyler değişti mi?

 

‘Kesik’i henüz izlemedim ama filmi çok destekliyorum. Bir alan açılabildiğine işaret ediyor. Sizinle şu anda bu konuda bir diyalog kuruyoruz, demek ki bunu konuşma kabiliyeti arttı. Eşim Arsinee Khanjian da bu konudaki forumlar için Türkiye’ye geliyor. Artık eskiden olduğu gibi tabu değil. ‘Ararat’ çok talepkar olmasıyla zamanın ilerisindeydi. Taviani Kardeşler ve Fatih Akın’ın filmleri gibi klasik anlatıma sahip filmler keşke ‘Ararat’tan daha önce çekilseydi. Böylece ‘Ararat’ın sunduğu incelikli tartışmaya hazır olunurdu. Ama istediğim gibi bir filmdi ve gurur duyuyorum.

 

David Alpay ve Marie-Josée Croze, "Ararat"ta.

 

‘Ararat’ın Türkiye’de gösterime girememiş olmasını nasıl görüyorsunuz?

 

Çok sık olur, insanlar ‘Ararat’a değil, bir fikre karşı geliyorlar. Fikir ve filmin adı çok saldırgan geliyor onlara. Ama izleseler filmin farklı fikirler barındırdığını görecekler. Propaganda doğası itibariyle çok sade ve direkt olmak zorundadır. ‘Ararat’ ise bunun tam tersi, çok katmanlı bir iş. Propagandanın tanımının tam tersi ama insanlar izleyene kadar bunu anlamıyor, Ermeniler de bence o dönem anlamadılar. Planım sadece sanatsaldı, propaganda gibi bir amacım hiç olmadı. Sanatçı olarak duygularımla hareket ettim ve filmde inkarın nesilden nesile nasıl aktarıldığıyla ilgilendim. Ailelerin çocuklara anlattıklarını, tam bir sonuca bağlanmadığında ne konuşabildiklerini sorguladım.

 

Çok genç yaşta tanınan bir yönetmen oldunuz ve arkanızda pek çok film var. Başlangıç dönemindeki filmlerinizde sizin için özel olan bir tanesi var mı?

 

Bunu çok düşünürüm. Bu filmleri bağımsız sinemanın çok imkan barındırdığı dönemde çekebildiğim için çok şanslıydım. Bu filmler bu dönemin kelime hazinesine girdi ve böylece dağıtıldılar. Hepsi çok kişisel filmlerdi. ‘Family Viewing’ gibi kültürel aktarım, miras ve mirasın silinmesiyle ilgilenen bir film ilk işlerimden biri ve bu filmi özel bir yere koyuyorum.

 

O dönemde bağımsız bir filmin dağıtımında imkanlar olduğunu söylediniz. Şimdi işler daha mı zor?

 

Hem daha zor hem daha kolay. Bir düğmeye basıp filminizi bütün dünyadaki izleyicilere sunma imkanı yıllar önce düşünülemezdi. Ama şimdi soru şu: İlgilerini nasıl çekecek, o filmin varlığından insanları nasıl haberdar edeceksiniz? Rekabet çok arttı. Bu yüzden festivallerin bir tür bekçi gibi işlev görmeleri ve filmleri düzgün bir bağlam içinde sunması önemli. Çünkü karşımızda okyanus gibi uçsuz bucaksız bir materyal var.

 

Dönemizin öncül isimlerinden biri olarak sizin filmlerinizden beklenenlerle başa çıkmak nasıl bir süreç sizin için?

 

Geçtiğimiz günlerde Paris’te ‘Kayıp Çocuk’un söyleşilerini yapıyordum ve gazetecilerin filmi yeniden izlediklerinde tartışmalara girebildiklerini gördüm. Ama filmi bir anda gösterdiğinizde beklentiler çok yüksek oluyor. İnsanlar aynı türden filmler bekliyor. ‘Kayıp Çocuk’ gibi bir film dikkatle incelenmeli çünkü pek çok fikir barındırıyor.  Diğer yandan insanların bu gözle bakmasını sizden aynı türden filmler beklerlerken nasıl sağlayacaksınız. Pürist değilim, farklı türden filmler çekiyorum, Kanada’da opera, tiyatro ve sanat enstalasyonları da yapıyorum. ‘Where the Truth Lies’, ‘Chloe’ veya ‘Devil’s Knot’ı düşünürseniz bunlar birbirlerinden ton olarak çok farklı filmler. ‘Kayıp Çocuk’ yazıp yönetip yapımcılığını üstlendiğim bir film ve bu yapısıyla ilk filmlerimin yanında duruyor.

 

‘Kayıp Çocuk’ gibi her işini kendinizin üstlendiği bir filmle mi, yoksa ‘Chloe’ gibi bir yeniden çevrimle mi daha rahat çalışıyorsunuz?

 

Farklı kaslar çalışıyor diyebilirim. Her işiyle kendim uğraştığım filmlerde farklı bir iş yapıyorsunuz, başkalarının materyallerini seçip bunlar üzerinde çalışırken ise farklı... Şimdi üzerinde çalıştığım ‘Remember’ benim için çok heyecan verici ve çok inandığım bir proje ama kendi projelerimdeki gibi bir süreç işlemiyor. ‘Kayıp Çocuk’ta film, kurgu sürecinin son noktasında şekilleniyor. Ama ‘Chloe’ gibi filmlerde senaryo üzerinde çalıştığınız yapı oluyor. Farklı bir yaratım süreci. Farklı bir enerji. Yönetip yazıp yapımcılığını yaptığımda bunun bir tek benim yapacağım bir iş olacağını düşünüyorum. Ama diğerlerinde bir ton dokunuş versem de benim yorumum sadece; bunu biliyorum, başkası farklı yapardı.