Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Sinema » “Abluka'nın bugüne uyması çok acı bir ironi”

“Abluka'nın bugüne uyması çok acı bir ironi”

“Abluka'nın bugüne uyması çok acı bir ironi”11 Eylül 2015 - 10:09 | Berkay Ateş ve Mehmet Özgür, Emin Alper'in 'Abluka'sının birbirleriyle ilişki kurmakta zorlanan kardeşleri.
Emin Alper'in Venedik Film Festivali'nde Altın Aslan için yarışan ikinci filmi 'Abluka', '90ların sonunda ortaya çıkmış bir fikir olsa da, bugün yaşadığımız Türkiye'ye de uyuyor. Alper ile film festivalinde konuştuk
NİL KURAL / VENEDİK
 
Emin Alper, ‘Tepenin Ardı’ adlı ilk filminin gücü ve bunun sonucu aldığı uluslararası ödüllerle yönetmenlik kariyerine çok sağlam bir ilk adımla başladı. Şimdi Venedik Film Festivali’nde ana yarışmada bulunan ikinci filmi ‘Abluka’, Emin Alper’in neslinin en parlak isimlerinden biri olduğuna şüphe bırakmayacak bir yapım. Polis ablukasına alınmış bir gecekondu mahallesinde hapisten muhbirlik yapmak için erken çıkarılan Kadir (Mehmet Özgür), 20 yıldır görmediği kardeşi Ahmet’le (Berkay Ateş) buluşuyor. İki erkek zamanla içindeki bulundukları şartların da etkisiyle gitgide paranoyalara sürükleniyorlar. Emin Alper’le yarışmanın gözdelerinden olan ‘Abluka’yı konuştuk.
 
Emin Alper'e göre Türkiyeli seyirci ile yabancı seyircinin filmi algılayışında farklar var.
 
Ödüllü ve dikkat çeken bir ilk filmin ardından ikinci filme başlamak size sorumluluk yüklüyor mu?
 
Evet yüklüyor ama bir taraftan da rahat hissediyordum çünkü senaryo hazırdı. Tam içime sinen bir senaryo olmasaydı belki derdim ki ilk filmin ardından daha iyi bir senaryo yazmaya çalışayım. Birinci biter bitmez buna yoğunlaştım. Ama üçüncü filmde yaşayabilirim. 
 
‘Abluka’, çok önce yazılmış olmasına rağmen Türkiye’de şu anda yaşananlarla şu saniyede yazılmış kadar uyuşuyor. Hatta ‘abluka’ kelimesi günlük siyaset haberinde bu aralar her gün kullanılıyor.
 
Çok acı bir ironi. 1990’ların sonlarında ‘Abluka’nın fikri ilk aklıma geldiği sıralarda savaşın en karanlık günlerini yaşıyorduk herhalde. Hikayeyi yazmaya başladığımda ise daha barışçıl bir dönemdi. Hatta yapımcılarla filmin güncelliğini kaybettiğini konuşuyorduk. Birden film aniden güncel bir mesele haline geldi. Maalesef Kürt meselesi çözülmediği sürece zaman zaman soğuyacak ama güncelliğini kaybetmeyecek. 1980’ler ve 1990’ları düşünerek yazılmış bir filmin 2015’de bile güncelliğini kazanması ve kaybetmiyor olması çok acı bir şey.
 
Mehmet Özgür, hapisten çıktıktan sonra devlet için şişelerde patlayıcı madde arayan Kadir rolünde.
 
Filmin çıkış noktası 1990’ların Türkiye’si denilebilir, değil mi?
 
Evet. 1990’lardaki politik atmosferin etkisi. O dönemi üniversitedeyken Rumeli Hisarüstü’nde geçirdim ve burası Küçükarmutlu’ya yakındı. Gecekondu atmosferini de solumuştum. Benim de aktif olarak politik olduğum yıllardı o dönem. Bütün bu etkilerin birikimi ve tortusuydu bu hikaye. 
 
‘Tepenin Ardı’nda bir ailenin erkekleri merkezdeydi. Bu filmde de bir abi ile kardeşi merkeze alıyorsunuz. Bu temaya, aile ilişkilerine dönme nedeniniz nedir?
 
Aile meselesi çok bereketli bir mesele. Türkiye’de aile çok önemli. Özellikle de başkasına, diğerine güvenmeyen toplumlarda aile, en temel dayanak noktası. Eğer güçlü bir ilişki arayışı resimlemek istiyorsak aklımıza ilk gelen şey aile. Tek sığınak olması dışında sürekli mış gibi yapılan, sorunların görmezden gelindiği ve bastırıldığı bir yer. Türk ailesinin ne kadar korkunç sorunlar barındırdığını hepimiz az ya da çok biliyoruz. Dolayısıyla filmde benim için verimli bir konuydu.
 
‘Tepenin Ardı’nda politik metin western benzeri bir yapıda sunuluyordu, burada da gerilim türü ve distopyalardan izler var. Janr sinemasıyla ilişkiniz nasıl?
 
Janr sinemasını seviyorum. Hiçbir zaman saf ‘art house’ sineması izleyicisi olmadım. Televizyonda açıp saçma bir aksiyonu veya korku filmini izlemeyi her zaman sevdim. Özel bir janr takipçisi de olmadım ama her zaman sevdim. Bazen art house filmlere tercih ettim. Bir saat sıkılacağıma bir filmin içinde kendimi kaybedeyim diye yaklaştığım çok olmuştur. Bilinçli bir tercih olmuyor şu janrın özelliklerini kullanayım diye ama hikaye gelişirken bir bakıyorum ki, bir janr bir şekilde kendini gösteriyor.
 
Bu filmde sinemada beslendiğiniz yerler nerelerdi?
 
Gerilim sinemasından beslendim. Kara filmler, sokak ışıklandırmasında da referans verdiğimiz bir türdü. Hatta Kadir’in Meral’le (Tülin Özen) kurduğu ilişkide de fantezi düzeyinde de olsa bir tür femme fatale, yani kara film etkisi var.
 
Tülin Özen ve Mehmet Özgür, 'Abluka'da.
 
Oyuncu seçimlerinden bahsedebilir misiniz?
 
Mehmet Özgür’le ‘Tepenin Ardı’nda çalıştıktan sonra Kadir rolüne uygun olabileceği hemen kafama yerleşti. Diğer karakterler için ciddi bir arayış süreci başladı. Uzun seçkiler ve düşüp taşınmalardan sonra Ahmet için Berkay Ateş’te karar kıldık. Çok da memnum sonuçtan. 3 ay süren yoğun bir arayış süreci oldu oyuncu seçimlerinde. 
 
Serge Avedikian’ın ‘Hayırsız Ada’ adlı animasyonu da sokak köpeklerinin katledilmesini konu alıyordu. Sizin filminizde de aynı metaforu görüyoruz. Başından beri senaryoda mıydı?
 
Evet, hatta höpek katliamının bir tür politik temizlik fikriyle anılması fikri Avedikian’ın filminde karşımıza çıktığında çok üzülmüştüm. 2000’lerin başından beri bu bir metafor olarak senaryomda vardı. Güçlü bir metafor kaynağı.
 
Polis kontrolünde bir mahalle, yangınlar, patlamalarla dolu bir arka plan resmetmek yapım açısından zorlayıcı mıydı?
 
Zor oldu. ‘Abluka’, ‘art house’ standartları açısından aslında büyük bir proje. Figürasyon, yanan arabalar derken prodüksiyon açısından çok zorladı. Mekan çok soğuktu, mahalle yaşam koşulları açısından zor. Film Başakşehir’deki Şahintepe mahallesinde çekildi. Ama bu durum, bazen avantaja da dönüştü. Araba yanma sahnesinde inanılmaz bir duman çıktı. Kimse de çıkıp ne yapıyorsunuz siz kardeşim demedi. Çünkü kömür yakıldığı için zehri solumaya alışkınlar. Oranın koşullarını kötüleştirdiğimizde bile bir itirazla karşılaşmadık. 7 hafta sürdü, yoğun bir çalışma temposunda çektik.
 
Ahmet (Berkay Ateş), geçimini sokak köpeklerini vurarak sağlıyor.
 
Türkiye’nin bugünü ve geçmişini yakalayan atmosfer açısından Venedik’teki izleyici ve Türkiye’deki izleyici açısından algı farkı olacak mı size göre?
 
Galiba olacak. Tecrübelerim bunu gösterdi. Türkiye’de test gösterimlerinde aldığımız tepkiyle burada uluslararası seyirci arasında heyecan açısından hissedilebilir bir fark var. Bizim izleyici hiçbir zaman kafa karıştırıcı gibi eleştiriler getirmedi ama yabancı eleştirmenler bu yorumu getirdi. Nedenini anlamaya çalışıyorum. Heyecan açısından çok ciddi bir fark var. Galadan sonra Türkiye’den izleyiciler son 30 yılını anlatıyor ülkenin diye bana dokunaklı gelen yorumlar yaptılar.
 
Filmin paronayaya ve cinnete yöneldiği ikinci yarıdaki yapıyı nasıl planladınız? İddialı ve anlatımı zor bir bölüm.
 
İddialı olduğuna katılıyorum. Bazen doğru mu yapıyorum diye düşündüm. Bunu şimdi değil de daha tecrübe kazanınca mı yapmalıyım diye de sordum kendime. Gerilimi nasıl arttıracağım, insanlar yadırgayacak mı, sakil mi duracak gibi korkularım oldu. Senaryoyu heyecan duyarak yazdım. Yapıyla ilgili ise ilhamı senaryoyu yazarken okuduğum bir romandan aldım. Ian McEwan’ın ‘Amsterdam’da Düello’ romanında bir yerde yazar bu tekniği kullanıyor ama romanda birbirleriyle ilişkili karakterlerde değil. Sadece zamanlamada önce birini takip ediyoruz sonra diğerini. Bu fikrin birbiriyle ilişkili ama birbirine değmeyen iki karakterin hikayesinde çok iyi işleyebileceğini fark ettim. Hemen oturup senaryoyu bu yapıyla yazdım ve hikaye böyle kaldı. Fon ararken bu yapı benim başıma çok dert açtı. Birçok yabancı fon dağıtıcısı, bunu neden kurguya bırakmıyorsun diye sordular. Ama bu yapı benim aklıma çok yatmıştı ve çekimler, oyunculuk her şey bu yapıya uygun olmalı diye düşündüm. Sonuçta bu yapıya çektik. Kurguda lineeri denedik ama içime sinmedi. 
 
‘Tepenin Ardı’yla ilgili söyleşilerinizde daha politik filmler çekeceğim diye yanıt vermiştiniz. Bu senaryoyu çekeceğinizi bildiğiniz için mi böyle söylediniz?
 
Evet. Yanlış söylemişim, daha politik bir film çekeceğim demeliymişim. Üçüncü film daha politik bir film olmayacak büyük ihtimalle, dolaylı yoldan politik bir film olacak.
 
 
İlk iki filminiz erkeklerin dünyasında geçiyor. İleriki filmler de böyle mi devam edecek?
 
Hayır. Böyle devam etmeyecek. Üçüncü filmde kadınlar olacak, o proje olursa. Birkaç alternatif proje daha var ama senaryo yapımcıların hoşuna giderse bir sonraki filmde kadınlar ağırlıkta olacak. Erkek hikayeleri bir tercih değil. Hikayeler böyle çıktı. Birinci filmin fazla erkek olması eleştirilince ikincide de düşündüm, bu da eleştirilecek diye. Hatta iki karakterden birini kadın yapabilir miyim diye de düşündüm. Ancak meslekleri itibariyle yapmak çok zordu. 
 
Filmle ilgili sık yapılan yorumlara göre film bittikten çok sonra bile izleyici üzerindeki yarattığı etkiyi kaybetmiyor. Bunu hedeflemiş miydiniz?
 
Evet, kurduğu atmosfer ve hikaye ile insanın üzerinde bir etki bırakmasını istiyorduk. Umarım başarmışızdır. O yüzden mümkün olduğu kadar karanlık yaptık filmi. 
 
Türkiye’de festivallerle ilgili gidişat hakkında ne düşünüyorsunuz? İptaller, ertelemeler gündeme geliyor.
 
Çok sıkıntılı şeyler yaşadık. En büyük sıkıntıyı da film sahipleri ve izleyici yaşadı. Bütün sinema sektörü yeni yasaya kilitlenmiş durumda ve yeni yasanın birçok sorunu çözeceği ümidini taşıyoruz. Umarım seçimlerden sonra hangi hükümet oluşursa oluşsun bu yasa sektörle de paylaşılarak çıkar. O zaman eser işletme belgesi meselesi de çözülecek diye düşünüyorum. Ama nihai olarak festival meselesinin çözülmesi için siyaseten bazı meselelerin çözülmesi lazım. 2013’den, Gezi’den beri memleketin üzerine çöken havanın dağılması gerekiyor. Yoksa bu ortamda, herkesin birbirinden nefret ettiği güvensizlik ve kutuplaşma ortamında sağlıklı etkinlikler düzenlemek çok zor.