Kalbe çekilen perdelere dair
26 Haziran 2018 - 10:06Moda Sahnesi’nin yeni oyunu ‘Arıza (Blue-s-cat)’, bozulan bir asansörde kalan bir kadınla bir erkek eşliğinde modern dünyanın ‘arızalanmış’ ilişkilerini gözler önüne seriyor. Milliyet Sanat dergisinin bu ayki sayısında oyuncular ve yönetmenle yapılmış bir röportaj yer alıyor.
ECE SARUHAN
Bir kadın, bir erkek. Bir Adem, bir Havva. Bir Blues, bir Scat. İçinde yükseldikleri asansör hedeflerine varamadan arıza yapıyor. Ve zihinleri durmadan çalışırken bastırılmış bedenleri susan bu iki insan, fonda Louis Armstrong’un ‘What a Wonderful World’ şarkısı eşliğinde, yaşadığımız dünyanın ne ‘harika’ bir dünya olduğunu gözler önüne seriyor! Moda Sahnesi’nin ‘Arıza (Blue-s-cat)’ adlı oyununun yazarı Koffi Kwahule, yönetmeniyse Kemal Aydoğan. Ezgi Coşkun, çevirmenliğini de üstlendiği oyunda Caner Cindoruk ile birlikte rol alıyor. Tek perdelik oyun, gözlerimize ve kalplerimize çektiğimiz perdelerin bizi nasıl bir kıyamete sürüklediğini sıra dışı bir anlatımla gözler önüne seriyor. Oyun 30 Haziran’da Moda Sahnesi’nde seyircinin karşısında olacak.
Koffi Kwahule’nin ‘Bigshoot’ ve ‘Bira Fabrikası’ adlı oyunlarını Türkçeye çevirdikten sonra, bu kez bir oyununda oynuyorsunuz da Ezgi. Bu oyunda nasıl karar kılındı?
Ezgi Coşkun: Fransa’da master yaparken, Frankofon siyah edebiyatıyla ilgili bir derste Koffi’yle tanıştım. Önce ‘Bira Fabrikası’nı çevirmeye karar verdim, akabinde de ‘Blue-s-cat’ı çok sevdim. 10 senedir aklımda bu oyunu oynamak var hatta birkaç arkadaşıma sormuştum ama kimseye çok yakın gelmemişti çünkü anlaşılması zor bir oyun. Aramızda konuşurken de Kemal Abi’ye (Aydoğan) hep “Şu oyunu yapsak ya” derdim, bu sene “Artık yapacağım” dedim. Önce “Saçmalama” dedi, ardından da kabul etti.
- Neden önce “Saçmalama” dediniz?
Kemal Aydoğan: Bahar gelmişti, zaten yazın hazırlanacağımız yeni bir oyun vardı. Bu süreçte yeni bir şey daha yönetmeye pek hevesli değildim. Bir de Ezgi’nin de dediği gibi anlaşılması gerçekten zor olan, bulmacalı, gizemli bir oyun. En başta kodlarını açık etmeyecek, şifresini söylemeyecek gibi duruyor. Koffi’nin derdi kavramlar ve problemler değil, ana akım ya da konvansiyonel tiyatro kalıplarıyla boğuşmak, onların biraz canını sıkmak istiyor. Mart ayından beri çalışıyoruz. Bu süreçte Ezgi’nin Koffi’nin dünyasını çok iyi bilmesi, benimse yönettiğim ‘Bira Fabrikası’ndan yazarın aklının nasıl çalıştığına dair bir fikrimin olması büyük avantaj sağladı. Oyunu daha hızlı çözebildik.
- Caner, siz ilk kez Koffi Kwahule’den bir oyunla sahnedesiniz. Sizin için nasıl geçti hazırlık süreci?
Caner Cindoruk: Koffi’yi defalarca izlediğim, Moda Sahnesi’nin en sevdiğim oyunu olan ‘Bira Fabrikası’ndan ucundan kıyısından biliyordum ama bu oyunu ilk okuduğumda anlamadım. Hatta Kemal Abi’ye, “Oyunda bir sound, bir müzik var ama ben oyunu anlamadım” demiştim. O “Ben de anlamadım,” deyince birlikte gülmüştük. Koffi çok enteresan bir yazar, çok ciddi bir meseleyi çok soytarıca, farklı bir form içinde anlatıyor. Oyunu çözümlemek gerçekten marifet istiyordu ve biz bir ay boyunca sadece bununla uğraştık. Ben artık böyle farklı formlar oynamak istiyorum. Oyuncusundan yönetmenine tiyatroyu dert edinen herkesin kendini biraz daha zorlaması ve yorması gerektiğine inanıyorum. Bu oyun benim için “İyi ki çıkmışım” dediğim bir yolculuk oldu.
‘Hadi bir kahve içelim’
-Erkek, asansörde baş başa kaldığı kadın için “Benden korkuyordur. Korkması da çok normal, ben olsam ben de korkardım,” diyor. Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki birbirimizin varlığını bile tehdit olarak algılar haldeyiz...
Caner Cindoruk: Evet, erkeğin varlığı bile bir tehdit artık. Ya da gece yolda yürürken biri arkamızdan geliyorsa, o da tehdit.
Kemal Aydoğan: Metrobüse biniyoruz, ilk endişemiz “Biri paramı çalarsa?” oluyor. Herkesin dokunuşunda bir hastalık arıyoruz.