Kendisi şiirdi: Yüksel Arslan
21 Nisan 2017 - 10:0420. yüzyılın en önemli sanatçılarından, kendini ressam olarak tanımlamayan şair yahut ozan gibi gören, ömrünü masasının başında okuyup çizerek geçiren Yüksel Arslan önceki gece 84 yaşında vefat etti
FİSUN YALÇINKAYA
“Benim yaşantım gayet basit. Sabah uyanıyorum, üç bardak çay içiyorum. Ardından hemen masanın başına oturuyorum. Burası satın aldığım kitaplarla, sanat eserleriyle dolu. Bazı arture'lerin yapımı bir-iki hafta sürüyor; büyük bir arture ise 10 ayı geçebiliyor. Çalışmakta olduğum bir arture yoksa, kitaplarımı okuyorum. Deftere notlarımı alıyorum. Bir konuya kafayı takınca o zaman yeni bir arture çıkıyor. Bu arada göbek bağlıyorum tabii...” 2009’da santralistanbul’da düzenlenen kapsamlı bir retrospektifle İstanbullu izleyicilerle buluşan Yüksel Arslan, o vesileyle çok sayıda yayına söyleşiler vermişti. Bu sözleri Sabah gazetesine verdiği bir söyleşiden. Yüksel Arslan’ın bu gayet basit yaşantısı önceki gece 84 yaşında sonlandı. Özgün dünyasını ifade edeceği uzama kendini teslim etmiş, alabildiğine özgür ve güzel, düşünce insanı Yüksel Arslan aramızdan ayrıldı.
Ressam olmadan da resim yapılır
Yüksel Arslan 1933’te Eyüp’te Bahariye Mahallesi'nde fabrika işçisi bir çiftin dört çocuğundan ikincisi olarak doğdu. Çocukluğunda kiremit, çiçek gibi malzemelerle resimler yaptı. 1945-1948 arasında Eyüp Ortaokulu'na, 1949-1952 yılları arasında İstanbul Erkek Lisesi'ne devam etti. 1953-1954 yıllarında İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü'nde okudu. Sanat tarihine geçişini Radikal’e verdiği bir röportajında “Liseyi en sonunda bitirince, akademiye gideceğime sanat tarihine yazıldım. Niye? Ben de başta yağlı boya falan yaptım ama geleneksel bir ressam olmadığımı anladım hemen; ressam olmadan da resim yapılır dedim. Onun için yaptığım eserlere ‘arture’ kelimesini buldum, Fransızca. Arture’leri 1962’den itibaren numaraladım, 2009’a gelirken 655 arture oldu, yani senede aşağı yukarı 15 arture yapmışım. Demek istediğim alışılmış bir ressam değilim. Benim yaptıklarım resim, şiir ve felsefe arası ürünler,” diyerek özetleyecekti.
İlk sergide tüm resimlerini sattı
İlk kez 1955’te, Adalet Cimcoz'a ait Maya Galerisi'nde ‘İlişki, Davranış, Sıkıntılara Övgü’ başlığıyla sergi açtı. Sergideki eserlerin tümü 800 liraya satıldı. Sergiden sonra ‘Modern Sanatın 40.000 Yılı’ kitabını okudu. Mağara resimlerine, tarih öncesi sanatlara duyduğu ilgiyle şekillenen biçimde ve bu kitaptan yola çıkarak arture’lerini belki de çocukluğundaki gibi toprak boya, sabun, tütün, bal, çay, kan, sidik benzeri doğal malzemelerle üretti. Santralistanbul sergisini hazırlayan küratör Levent Yılmaz’ın anlatımıyla, Türkiye'den 1961'de ayrılıp Paris'e gitti, 1965’te Berlin'de kaldı, 1967’de Türkiye’ye döndü. Sonra 1970'in başlarında Türkiye'den yine ayrıldı ve tekrar dönmedi. Yaşamını bu tarihten ölümüne dek Paris’te masasının başında nadiren sergiler ya da kısa seyahatlerle bölünerek çalışarak geçirdi. Karl Marx'ın 'Das Kapital'ine dair çizimleri 1975'te kitap haline geldi. 1981'de Paris, Galerie Jean Briance'deki sergisi nedeniyle Sedat Simavi Vakfı Görsel Sanatlar Ödülü'nü aldı.
“İnsan olmak korkunç şey”
Arslan, eserlerinde ulaşmaya çalıştığı anlatımın özünü bir röportajımızda “1955'te ilk sergimden sonra Eyüboğlu yazdığı kritikte, 'Yüksel Arslan'ın eserlerinde insan gözükmüyor' yazmıştı. Ben de hemen bu eleştiriye tepki olarak işte bu insanlık dizisini yapmıştım. Şimdi farkına vardım ki aslında benim uğraştığım en önemli konu insan. İnsan olmak çok korkunç bir şey, kolay sanıyoruz ama beni düşündüren şey. Diojen, gündüz vakti Atina'da elinde bir fenerle geziyor, 'Ne yapıyorsun?' diyorlar, 'İnsan arıyorum' diyor. İnsan bulmak kolay değil... İşte benim tüm derdim d e insanı anlamak, onu anlatmak,” diyerek özetlemişti. Arslan resimden çok şiirle alakalıydı. Yine Radikal röportajında, bir keresinde "Şiir şiir diyoruz hep ama artık kendimiz şiir olduk," dediğini belirtmişti.
Sanatla samimi bir ilgisi olan herkesi heyecanlandırabilecek, onun nasıl gördüğünü, nasıl baktığını anlamak için çırpınacağınız biriydi Yüksel Arslan. Şiirle, yazıyla, düşünceyle, arture’lerle uğraşının yaşamının tümüne dönüştüğü biriydi. Sanırım yaşamının bir anlamı da sanat dünyasının bildik meseleleri ve tüm sıkıcı, yorucu kalıplarını umursamayan çizgisi, dili, söyledikleri, çizdikleriyle baştan muhalif haliydi. Kapitalizm, devrimler, iktidar, insanların mücadeleleri onun meseleleri oldu. Böyle birinin Paris’te masası başında, kimi zaman kitapçılarda dolaşıp getirdiği ganimetler, heykeller, minik objelerle örülü duvarlar içinde yaşadığını, muzip bakışlarını en çok önündeki kağıda düşürdüğünü, orada olduğunu bilmek, muhteşemdi. Yüksel Arslan, onun gibisi bir daha gelmeyecek bir insandı.
Nedir bu ‘arture’?
Yüksel Arslan klasik anlamda bir ressam olmadığından ötürü yaptığı resimlere de resim demiyordu. “Gene de duvara asılıyorlar, resim gibi,” dediği arture’lerin ismini kendisi icadıydı. Art yani sanat kelimesi ve Fransızca'daki peinture ve architecture sözcüklerinde yer alan -ure ekinin birleştiri lmesinden oluşuyordu.
Etiketler: Yüksel Arslan Fisun Yalçınkaya Arture sanatçı adalet cimcoz maya galerisi ilişki davranış sıkıntılara övgü karl marx das kapital