Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Plastik Sanatlar » Doğanın 'doğal' hakkı var mı?

Doğanın 'doğal' hakkı var mı?

Doğanın 'doğal' hakkı var mı?13 Aralık 2016 - 12:12 | 'Shell 1', Serkan Taycan.
BLOK Art Space'te yer alan 6 Ocak'a dek görülebilecek olan 'Bir Zamanlar Bir Dünya Vardı, Seni Serseri' başlıklı sergi, kent yaşamında doğanın gittikçe yok olmasına vurgu yapıyor
ASLI İZMİRLİ
 
Küratör kolektifi Point Project, 'There was a world, once, you punk' (Bir Zamanlar Bir Dünya Vardı, Seni Serseri) sergisiyle doğanın kentsel alandaki yetersizliğine ışık tutmayı amaçlıyor. 6 Ocak tarihine dek Çukurcuma BLOK Art Space’te görülebilecek olan sergi, İstanbul’un az sayıda kalmış yeşil alanları üzerinden ilerliyor. Sergi vesilesiyle Point Project küratör ekibi sorularımızı yanıtladı.
 
Anna Lena Werner, Anneli Botz ve Lars Bjerre, Point Project'in üyeleri.
 
1973 tarihli 'Soylent Green' filminde geçen 'There was a world, once, you punk' sözünü serginizin teması olarak seçmenizin sebebi nedir? Filmin sizin için özel bir anlamı var mı?
 
Açıkçası filmin bize sergi için ilham verdiği söylenemez. Sergi filmle alakalı değil. Film daha çok sergide bahsettiğimiz ve popüler kültüre ait olan bazı düşünceleri yansıtıyor. 'Soylent Green' doğanın tamamen tükendiği ve bu sebeple doğanın genç jenerasyon için sadece bir mit olduğu bir senaryo öneriyor. Doğaya ait sadece arşivlenen görüntüler kalmış. Bu görüntüler ise sadece, intihar kliniğinde ölmek üzere insanlara hayatlarının son saniyelerinde gösteriliyor. Film çekileli uzun zaman geçti ancak biz bu kurguya kendimizi ancak yakın hissetmeye başladık. Ayrıca doğanın günlük hayatımızdaki yerinin azalması, onun önemini farketmemizi sağladı. Biz üçümüz ve tüm neslimiz için filmin önemli bir etkisi var. Geleceğimizin böyle olmasını istemiyoruz.
 
'Soylent Green’in gerçekçi bir distopya olduğunu düşünüyor musunuz?
 
Bir kısmı oldukça gerçekçi. Televizyon reklamları ve billboardların doğaya ait algımızı oldukça değiştirdi, özellikle bu nokta en gerçekçi yer... Doğanın bu şekilde yapay temsil edilmesi, insanla doğa arasına yapay bir mesafe koydu. Tam da film izler gibi. Tabii doğanın tamamen yok olması tam bir korku senaryosu olurdu. Ama çok fazla kentsel alan, bu tarz bir yok olmaya maruz kalıyor zaten. Sergide bu distopik kavram en çok Florian Meisenberg’in işinde görülüyor. Meisenberg, yazılım mühendisi Tommy Martinez ile beraber çalışarak WikiLeaks arşivlerinden rastgele parçalar seçen ve onları sanatçının el yazısına çevirip galerinin tabanına yansıtan bir program geliştirdi.
 
Serginizin konseptini 'Soylent Green' filmi ile nasıl bağladınız?
 
Filmin ana fikri bizim sergideki çıkış noktamızı belirliyor: “Doğanın ‘doğal’ hakkı diye bir şey var mıdır? Doğanın üzerindeki baskı aynı zamanda demokrasi ve özgürlüğe olan bir baskı mıdır?”. Tarihsel bir açıdan bakınca da doğanın sanat tarihi üzerindeki etkisini, yeşil rengin sanattaki yerini ve modern sanattaki doğayla ilgili motifleri merak ettik. Bu konu Dunja Herzog’un yerleştirmesinde temel mesele. Sergideki tüm sanatçılar bu konuyla ilgili karmaşık, şiirsel ve bazen analitik amaçlarla çalıştı. Bizim için de böylesine hassas bir konuyu değişik sanatsal stratejiler kullanarak bir araya getirmek oldukça önemliydi.
 
"Kaynaklarımızı ölçülü kullanmıyoruz"
 
İngiliz iktisat teorisyeni Malthus, nüfusun artarken yiyecek arzının da artacağını ve bu durumun kitlesel açlığa yol açacağını iddia eder. Sizce bu teori bir gün gerçek olacak mı?
 
Kaynaklarımızı ölçülü kullanmak yerine sömürüyoruz. Üçümüz de nerede ve ne zaman kaynakların biteceğini bilemeyiz tabii ki ama bu konu sergide göstermeye çalıştığımız şey için oldukça büyük bir öneme sahip. Örneğin Alman sanatçı Markus Hoffmann, işinde, insanların uranyum kullanımını tartışıyor. Bunun için de Marshall Adalarından alınan, radyoaktif madde bulamış hindistan cevizlerini sergiliyor. Cezayirli sanatçı Lydia Ourahmane ise sergideki video işinde, şafak vakti çölün ortasında bir gaz rafinerisinin yakınlarında alev alan bir arabayı izleyiciye gösteriyor. İki sanatçı da sürdürülemeyen kaynakların kullanımına dikkat çekmek için bu stratejileri kullanıyor. Lars Bjerre ise resminde doğa ve insan arasındaki ilişkiyi daha sembolik olarak sunuyor: Arkaplanda yeşil bitkiler soyut biz düzlem sağlarken önde düzinelerce rengarenk sulama kabını kimsenin onları çalamayacağı şekilde kilitlenmiş.