Çiçek dürbününden seyahat
31 Mart 2016 - 05:03Bahar Yürükoğlu, çoğunlukla hareket halinde olan ve seyahat ettiği yerlere eserleriyle çarpıcı renk ve ışıkları taşıyan bir güncel sanatçı. Seyahatlerinde edindiği bakış açılarıyla, insanın çevresiyle uyum sağlama halini yer yer eleştirellikle, yer yer iyimserlikle eserlerine yansıtıyor. Doğal peyzajlarda pleksiglas gibi sentetik malzemeler kullanarak, gerçek bir sahnenin içinde sürreal görünümler yakalıyor. Kurguladığı geçici yerleştirmelerde de yine ironik bir dille eleştirdiği tüketim kültürünü izleyiciye bir çiçek dürbününden sunuyor. Washington’da doğan sanatçı, New York’ta Fotoğraf Bölümü’nde lisans, Boston’da Sanat ve Tasarım alanında yüksek lisans eğitimi aldı. ABD çapında ve yakın zamanda İstanbul’da kişisel sergiler açtı ve karma sergilere katıldı. New York ve İstanbul arasında geçirdiği yıllarında şehir ve onunla birlikte gelişen kültürü gözlemledi. Geçtiğimiz yıl Kuzey Kutup Dairesi’nde Arctic Circle adlı sanatçı konuk programına katıldı. Burada edindiği deniz ve kara yolculuğu gözlemlerine de yeni kişisel sergisi ‘Devridaim’de yer veriyor. Sanatçı sergide, insanların gittiği ortamlara taşıdıkları kültürel koşullanmaları inceliyor. Yürükoğlu ile hem Kuzey Kutup Dairesi tecrübelerini hem de Arter’de 15 Mayıs 2016’ya dek sürecek sergisini konuştuk.
Geçtiğimiz yıllarda İzlanda ve Wyoming’de sanatçı konuk programlarında bulundunuz. Sanatsal üretiminiz için soğuk iklimleri tercih etmenizin özel bir sebebi var mı?
Öncelikle bu tarz soğuk iklim alanlarını estetik olarak çekici buluyorum, doygun tonlu alanları inceleyip canlı renkler içeren eserler üretmek bana keyif veriyor. Ayrıca bu nitelikteki alanlarda toprağa ulaşmak, onu görmek ve tecrübe etmek mümkün oluyor. Çevrenizde binalar ve beton yapılar yerine ağaçlar ve ormanlar bulunduğunda farklı bir görsel algınız oluyor. Örneğin, bir sonraki yolculuğumu bir çöl bölgesine yapmayı istiyorum.
Kuzey Kutup Dairesi’ndeki sanatçı konuk programına katılma fikriniz nasıl gelişti?
Kendimi sanatsal olarak ifade ederken zaman içinde farklı coğrafyalara yöneldim. Örneğin pleksiglas ile eserler üretmeye başladım; doğa ve çevre üzerine yoğunlaşmaya başladım. Kuzey bölgelerdeki doğa algısı ilgimi çekti, İzlanda ve Wyoming tecrübeleri beni soğuk iklimlerdeki ham doğa yerleşkelerine detaylı gözlemlemeye yöneltti. Sanatsal üretimimi özellikle çevresel konular üzerine yoğunlaştırdıkça Kuzey Kutup Dairesi’ni tecrübe etmek hayalim haline gelmişti.
Sanatçı konuk programına katıldığınız coğrafya, Norveç’in hemen altında yer alan Svalbard takım adaları, Dünya’nın en yüksek bölgesi olarak nitelendiriliyor. Bu referans ile düşününce bu bölgeden Dünya’yı nasıl görüyordunuz?
Öncelikle kendimi biraz uzakta hissettim, aşağıdaki dünyada neler olduğunu takip etmek ve bunlara kendimi dahil hissetmek zorlaşmıştı. Kuzey Kutup Dairesi’ne gelmeden önce gündelik hayatımda kafamı taktığım bazı şeylerin bu gezegende ne kadar küçük yer kapladığını kavradım. Küresel tehdit olarak değerlendirilecek konuları sorgulamış oldum. Etrafınızda eriyen buz adaları olduğunu izlemek bir takım kişisel kalıplarınızı sarsmanızı sağlıyor.
Serginin ismi ‘Devridaim’in sizin için anlamı nedir?
Sergiyi hazırlarken aklımda ‘döngü’ kavramı ve ‘sürekli dönüşüm’ fikirleri vardı; Kuzey Kutup Dairesi’nde deneyimlediğim daimi aydınlık ya da gündüz ve daimi karanlık ya da gece kavramlarını düşünüyordum. Bu kavramların akıcılığı içinde temel anlamda boşlukta uçuyor olduğumu hissettim. Sergiye gelenlerin de benzer bir duyguyla uçuculuklarını fark etmelerini, sürekli dönüşüm içerisinde olmalarını istedim.
‘Devridaim’ sergisine gelenlerin mekânda hareket etme deneyimlerine odaklandığınız zemin yerleştirmesi sergide aktif bir rol oynuyor. Bu eserden biraz bahseder misiniz?
Zeminde alçak ve yüksek alanlarla oluşturulan bu yerleştirme benim kutuplarda deneyimlediğim peyzaj algısının bir benzerini seyirciye sunuyor. Adımlarımızı nasıl kurguladığımız ve boşlukta nasıl hareket ettiğimiz üzerine farkındalık yaratmak istedim. İstanbul gibi bir şehirde belirli bir şekilde yürümeye alışkınız ama bu deneyimin içeriğini sorgulamıyoruz. Benim kutuplarda hareketimi sınırlayanlar arasında vahşi kutup ayıları, buz depoları, yetişmesi yüzyılları bulmuş çiçekler ya da içine batma riski olan çamur bataklıkları gibi olağanüstü durumlar vardı. Böylece zıplayarak vücudumun boşluktaki seyahatini kontrol etmeyi öğrendim.
Sergide yer alan ‘Seyrüseferci’ isimli video eserin hikâyesi nasıl gelişti?
Seyrüseferci benim kutuplardaki ortamın bir parçası olmaya çalışırken aynı zamanda zihnimde kıyamet sonrası bir fanteziyi canlandırmamla ortaya çıktı. Düşünsenize, bu ortamda alıştığımız anlamda bir tarih algısı yok, zaman yok, mekân yerleşimi yok. Tek bir figür bu ortamda gezinen, süzülerek hayatı bulmaya çalışan karakter oluyor. Bu görseller eşliğinde hikâyenin seyircinin dilediği yöne esnediğini hayal ediyorum.
‘Seyrüseferci’nin bir bölümünde, ziyaretçilerini bir Lenin büstü ile karşılayan terk edilmiş Rus kömür madenciliği kasabası Pyramiden ile karşılaşıyoruz. Bu bölgesel referansın video ile nasıl bir bağlantısı var?
Video bu noktada distopya ve terk edilmişlik temalarını işliyor. Pyramiden’ın hikâyesinde 1998 yılından itibaren insanların bölgeyi terk etmesi sonrası her şeyin olduğu gibi bırakıldığını ve hiç bir şeyin değiştirilmediğini inceledim. Bu hikâye aklıma şu soruyu getirdi: “Dünya sona erdiğinde geriye kalanlar bu görüntüde mi olacak?”
Sergi kapsamındaki diğer eserlerden farklı olarak çeşitli duyularla deneyimleme önerisi sunan ‘Plexiberg’ nasıl okunmalı?
Pleksiglas, buz dağı soyutlamaları ve Kutup’tayken oluşturduğum ses kayıtlarını içeren bir yerleştirme. Buz dağları, insanların doğa ile olan ilişkisinde sembol haline geldi. Eriyen buz dağları… Hem heykelsi hem estetik olarak etkileyiciler. Doğal olan ile insan yapımı olanı çarpıştırıyorum, ışık ve rengin katılımıyla başkalaşan deneyim, ses kayıtlarıyla zenginleşmiş oluyor.
“Gerçekle sahte üstüne düşündürmek istiyorum”
Eserlerinizde görsel olarak kurguladığınızı birebir yansıtıyorsunuz, manipülasyon kullanmıyorsunuz. Buna rağmen, izleyici ilk bakışta gerçekten öte, sürreal bir görüntüyü deneyimlediğini düşünebiliyor. Bu durum, insanlığın gezegene ve onu tehdit eden küresel ısınmaya karşı tavrını betimleyen bir öneri olabilir mi? Aslında birtakım gerçeklikleri görmezden gelmek için bilinçli olarak algımızı yanılsamalara doğru sürüklüyor muyuz?
Kesinlikle. Bu durum aynı zamanda bu gerçekliğin medya tarafından insanlardan uzaklaştırılmasıyla da oluşuyor. Medyanın insanlara sağladığı bilginin niteliği belirli sonuçlara ulaşmamızı zora sokuyor. Çoğunlukla eserlerimde işlediğim konularda görselleri deneyimleme biçimlerimizi inceliyorum, sorguluyorum. İnsanların bilgi edinme kaynakları arasında en çok görsellerle bağ kurduğuna inanıyorum. Her yerde görsel görmeye alışkınız ama bunların gerçekliğine dair bir sorgulamaya girişmiyoruz. Dolayısıyla gerçek ve sahte arasındaki ikilem üzerine düşündürmek benim için değerli bir amaç.