Bir psikiyatristin gözünden 'kaos ve düzen'
09 Mart 2013 - 07:03Psikiyatrist Dr. Rahşan Düren, üçüncü resim sergisinde farklı ruh hallerini 'kaos ve düzen' kavramları ile anlattığı 80 eserine yer veriyorYASEMİN BAY
Psikiyatrist Dr. Rahşan Düren’in İstanbul’daki üçüncü sergisi, dün akşam Mustafa Kemal Kültür Merkezi’nde açıldı. Düren, yeni sergisinde, farklı ruh hallerini 'kaos ve düzen' kavramları ile anlattığı 80 eserine yer veriyor. Serginin açılışında Hint asıllı davulcu Ranjit Barot ile birlikte mini bir konser de veren olan Aydın Esen, Düren’i “besteci gözleri olan bir ressam” olarak tanımlıyor. Serginin açışına Erdoğan Demirören ve eşi Tülin Demirören, Yıldırım Demirören ile eşi Revna Demirören, Saadettin Saran, Serdar Bilgili, Işık Akgün, Jean Claude Kayuka'nın da aralarında bulunduğu isimler katıldı. Aydın Esen de açılışta Hint asıllı davulcu Ranjit Barot ile birlikte mini bir konser verdi.
Sanatçı ile 30 Mart'a kadar görülebilecek olan sergisi öncesinde konuştuk...
Bir psikiyatrist olarak resimle ilişkinizi nasıl tanımlarsınız? Psikiyatrist olmanız resminize ne katıyor?
Aslında gençlik yıllarımdan başlayarak hem tıbbın hem de ona aykırı gibi görünen ama aslında iç içe olan sanatın hayatıma yön vereceğini hissediyordum. Bunu bir tutkunun bilinçli bir tercihe dönüşmesi olarak da düşünebilirsiniz. Kendi tercihlerimi yapmaya başladığımdan bu yana benim için sanat, tıp ile birlikte yürüdüğüm bir yol oldu. Resim çalışmalarımın Köln Tıp Fakültesi’ndeki hocalarım tarafından ilgi ve destek görmesi beni oldukça motive etti.
Tıp hocalarımın her zaman söylediği “tıp aynı zamanda sanattır” cümlesi bana hep ışık tuttu. Uzmanlık alanım olan psikolojinin de sanatla çok yakın bir bağı var. Yaratıcılık dediğimiz aslında psikolojik bir kavramdır. Daha çok göz önüne gelmesi ve araştırmalara konu olması 1950’lerden sonrasını buluyor. Ben öncelikle tabii ki bir tıp insanıyım, sanatçı olmaktan önce. Bu bana sanat özgürlük sağlıyor. İstediğimi, istediğim zaman, kaygı duymadan yapabiliyorum, karşılık beklemeden.
Resimlerinizi nasıl tanımlarsınız?
Sözcüklere dökülemeyen duygu ve düşünceleri sanat ile dışa vuruyoruz. Dolayısıyla çalışmalar onu yaratan hakkında da bilgi ve fikir verir, izleyen üzerinde duygusal bir etki yaratır, izleyenleri uyaran bir dil oluşturur. Ben kendi düşüncelerimi ve duygusal deneyimlerimi, soyut ve figüratif çalışmalarla tuvale yansıtıyorum. Resimlerimdeki her çizgi hayatımdan alınmıştır; o ana, döneme ait içinde bulunduğum ruh halleridir. Kimi zaman neşeli, kimi zaman karanlık, kimi zaman kaçışın ta kendisi. Daha önceki sergilerim ve yeni sergim aslında beni anlatıyor. Resim benim için sadece sanat değil; aynı zamanda metafizik bir güç; görüneni görünmez, görünmeyeni görünür kılan. Sanat aslında psikoloji, modern insanın tecrit edilmesine, ötekileştirilmesine ilişkin felsefi bir söylem.
Bu serginizde ‘kaos - düzen’ kavramları üzerinden ilerleyen çalışmalarınızı izleyiciye sunuyorsunuz. Neden bu kavramlardan yola çıktınız?
Sergim son iki yıldır bir psikiyatrist olarak yaptığım gözlemlerimin sonucunda doğdu. Gündelik hayatımızı belirleyen, rastlantı, zorunluluk, kaos ve düzen kavramları üzerine bu sergi ile tekrar düşünmemizi, daha yakından bakmamızı sağlamak istedim. Post modern dünyalarımızın müthiş rutini içerisinde artık herhangi bir şeyi düşünmemize gerek kalmadı, her şeyi otomatik pilotta yaşıyoruz ve bunu çok bilinçsizce yapıyoruz. Oysa bana göre, önceden kestirilemeyen, tanımlanmayan şeyde umut, yani özgürlük vardır. Tanımlanan her şey ise ölüme mahkûmdur. Yani aslında kaotik düzenler risk oluşturur ve yoğun bir kaygıya maruz kalmamıza sebep olur. Biz o yüzden düzeni hayatımıza koyarız. Ancak düzen aksine ironik bir şekilde bir yerden sonra içimizdeki kaygı duygusunu artırır. Günümüz insanının da en büyük sorunsalı bu işte: Düzen ve kaos içerisine sıkışmış, endişe ve pek çok yaşamsal arayışı beraberinde taşıyan yaşantılar. Kişi yeniden bilinçli veya bilinçsiz kendi kurduğu düzeni yıkmaya çalışır. Ben kaosun bu anlamda oldukça sağlıklı olduğunu düşünüyorum. Bu kadar düzenli bir sistem içerisinde kaos bizi kurtaran önemli bir unsur. Düzeni sürdürmek ve tanımlamak en sonunda kendi insan doğamızı zedeliyor ve anksiyete yaratıyor. Kendimize yarattığımız güvenli bölgeler daha sonra bizi boğan hapishanelere dönüşüyor. Yeni sergim aslında tüm bu düşünceler üzerine oluştu ve olgunlaştı.
Bu kavramları resminize nasıl taşıdınız?
Bu sergimde yer alan çalışmalarımda yoğun bir şekilde kullandığım renkler, monokrom düzlemlerin üzerinde rutini ve düzeni kıran anarşik yapıyı temsil ediyor. Resim, kurmak ve yıkmak ikilemleri dışında yaratmayı seçtiğim, en özgür alan benim için. Bu şekilde spontane fikirlerimin bitmeyen kaynağına şekil vermiş oluyorum. Özellikle soyut resimlerimde özgürlük ve dinamizm, aydınlık varken; tanımlanmış yani figüratif resimlerimde ise izolasyon ve hüzün hâkim.
Bu yeni sergim, sanatta bundan sonra izleyeceğim yolu da gösteriyor. Artık resimle sınırlı kalmayacağımı biliyorum. Heykel çalışmak istiyorum. Bir başka deyişle anlatacak, paylaşacak yeni hikayeler, yeni anlatım formları arıyorum. Sergi mekanlarından sokaklara, yaşayan, değişen, insanların gündelik hayatlarına giren mekanlara yayılmak istiyorum.
Aydın Esen’in çalışmalarınıza ilham verdiğini söylüyorsunuz? Aydın Esen’in müziği sizin çalışmalarınızı hangi yönde etkiliyor?
Aydın Esen’in müziği kendi içinde pek çok farklı rengi, tasarımı, şiiri, olan bir müzik. Kendisi gibi müziği de bir derya. Çok özgürlükçü, farklı kaynaklardan beslenen; dinleyicisine algılarını açmaya çağıran, oldukça da zorlayıcı bir tarz. Aydın Esen’in mistik dinamizmi ve soyut çağrışımlarından inanılmaz feyz alıyorum. Benim en büyük esin kaynaklarımdan biri, sanat dostum. Ben kendi resimlerimde de yeni ve dinamik olan ne varsa kullanmaya çalışıyorum. Soyuta ve deneyselliğe içsel yönelişim bariz bir şekilde hissediliyor çalışmalarımda. Tablolar arasındaki akış da aslında müzikteki ritmin devamlılığı gibi. Bu anlamda farklı sanat dallarının da birbirinden etkileşimi kaçınılmaz.
Psikiyatrist Dr. Rahşan Düren’in İstanbul’daki üçüncü sergisi, dün akşam Mustafa Kemal Kültür Merkezi’nde açıldı. Düren, yeni sergisinde, farklı ruh hallerini 'kaos ve düzen' kavramları ile anlattığı 80 eserine yer veriyor. Serginin açılışında Hint asıllı davulcu Ranjit Barot ile birlikte mini bir konser de veren olan Aydın Esen, Düren’i “besteci gözleri olan bir ressam” olarak tanımlıyor. Serginin açışına Erdoğan Demirören ve eşi Tülin Demirören, Yıldırım Demirören ile eşi Revna Demirören, Saadettin Saran, Serdar Bilgili, Işık Akgün, Jean Claude Kayuka'nın da aralarında bulunduğu isimler katıldı. Aydın Esen de açılışta Hint asıllı davulcu Ranjit Barot ile birlikte mini bir konser verdi.
Sanatçı ile 30 Mart'a kadar görülebilecek olan sergisi öncesinde konuştuk...
Bir psikiyatrist olarak resimle ilişkinizi nasıl tanımlarsınız? Psikiyatrist olmanız resminize ne katıyor?
Aslında gençlik yıllarımdan başlayarak hem tıbbın hem de ona aykırı gibi görünen ama aslında iç içe olan sanatın hayatıma yön vereceğini hissediyordum. Bunu bir tutkunun bilinçli bir tercihe dönüşmesi olarak da düşünebilirsiniz. Kendi tercihlerimi yapmaya başladığımdan bu yana benim için sanat, tıp ile birlikte yürüdüğüm bir yol oldu. Resim çalışmalarımın Köln Tıp Fakültesi’ndeki hocalarım tarafından ilgi ve destek görmesi beni oldukça motive etti.
Tıp hocalarımın her zaman söylediği “tıp aynı zamanda sanattır” cümlesi bana hep ışık tuttu. Uzmanlık alanım olan psikolojinin de sanatla çok yakın bir bağı var. Yaratıcılık dediğimiz aslında psikolojik bir kavramdır. Daha çok göz önüne gelmesi ve araştırmalara konu olması 1950’lerden sonrasını buluyor. Ben öncelikle tabii ki bir tıp insanıyım, sanatçı olmaktan önce. Bu bana sanat özgürlük sağlıyor. İstediğimi, istediğim zaman, kaygı duymadan yapabiliyorum, karşılık beklemeden.
Resimlerinizi nasıl tanımlarsınız?
Sözcüklere dökülemeyen duygu ve düşünceleri sanat ile dışa vuruyoruz. Dolayısıyla çalışmalar onu yaratan hakkında da bilgi ve fikir verir, izleyen üzerinde duygusal bir etki yaratır, izleyenleri uyaran bir dil oluşturur. Ben kendi düşüncelerimi ve duygusal deneyimlerimi, soyut ve figüratif çalışmalarla tuvale yansıtıyorum. Resimlerimdeki her çizgi hayatımdan alınmıştır; o ana, döneme ait içinde bulunduğum ruh halleridir. Kimi zaman neşeli, kimi zaman karanlık, kimi zaman kaçışın ta kendisi. Daha önceki sergilerim ve yeni sergim aslında beni anlatıyor. Resim benim için sadece sanat değil; aynı zamanda metafizik bir güç; görüneni görünmez, görünmeyeni görünür kılan. Sanat aslında psikoloji, modern insanın tecrit edilmesine, ötekileştirilmesine ilişkin felsefi bir söylem.
Bu serginizde ‘kaos - düzen’ kavramları üzerinden ilerleyen çalışmalarınızı izleyiciye sunuyorsunuz. Neden bu kavramlardan yola çıktınız?
Sergim son iki yıldır bir psikiyatrist olarak yaptığım gözlemlerimin sonucunda doğdu. Gündelik hayatımızı belirleyen, rastlantı, zorunluluk, kaos ve düzen kavramları üzerine bu sergi ile tekrar düşünmemizi, daha yakından bakmamızı sağlamak istedim. Post modern dünyalarımızın müthiş rutini içerisinde artık herhangi bir şeyi düşünmemize gerek kalmadı, her şeyi otomatik pilotta yaşıyoruz ve bunu çok bilinçsizce yapıyoruz. Oysa bana göre, önceden kestirilemeyen, tanımlanmayan şeyde umut, yani özgürlük vardır. Tanımlanan her şey ise ölüme mahkûmdur. Yani aslında kaotik düzenler risk oluşturur ve yoğun bir kaygıya maruz kalmamıza sebep olur. Biz o yüzden düzeni hayatımıza koyarız. Ancak düzen aksine ironik bir şekilde bir yerden sonra içimizdeki kaygı duygusunu artırır. Günümüz insanının da en büyük sorunsalı bu işte: Düzen ve kaos içerisine sıkışmış, endişe ve pek çok yaşamsal arayışı beraberinde taşıyan yaşantılar. Kişi yeniden bilinçli veya bilinçsiz kendi kurduğu düzeni yıkmaya çalışır. Ben kaosun bu anlamda oldukça sağlıklı olduğunu düşünüyorum. Bu kadar düzenli bir sistem içerisinde kaos bizi kurtaran önemli bir unsur. Düzeni sürdürmek ve tanımlamak en sonunda kendi insan doğamızı zedeliyor ve anksiyete yaratıyor. Kendimize yarattığımız güvenli bölgeler daha sonra bizi boğan hapishanelere dönüşüyor. Yeni sergim aslında tüm bu düşünceler üzerine oluştu ve olgunlaştı.
Bu kavramları resminize nasıl taşıdınız?
Bu sergimde yer alan çalışmalarımda yoğun bir şekilde kullandığım renkler, monokrom düzlemlerin üzerinde rutini ve düzeni kıran anarşik yapıyı temsil ediyor. Resim, kurmak ve yıkmak ikilemleri dışında yaratmayı seçtiğim, en özgür alan benim için. Bu şekilde spontane fikirlerimin bitmeyen kaynağına şekil vermiş oluyorum. Özellikle soyut resimlerimde özgürlük ve dinamizm, aydınlık varken; tanımlanmış yani figüratif resimlerimde ise izolasyon ve hüzün hâkim.
Bu yeni sergim, sanatta bundan sonra izleyeceğim yolu da gösteriyor. Artık resimle sınırlı kalmayacağımı biliyorum. Heykel çalışmak istiyorum. Bir başka deyişle anlatacak, paylaşacak yeni hikayeler, yeni anlatım formları arıyorum. Sergi mekanlarından sokaklara, yaşayan, değişen, insanların gündelik hayatlarına giren mekanlara yayılmak istiyorum.
Aydın Esen’in çalışmalarınıza ilham verdiğini söylüyorsunuz? Aydın Esen’in müziği sizin çalışmalarınızı hangi yönde etkiliyor?
Aydın Esen’in müziği kendi içinde pek çok farklı rengi, tasarımı, şiiri, olan bir müzik. Kendisi gibi müziği de bir derya. Çok özgürlükçü, farklı kaynaklardan beslenen; dinleyicisine algılarını açmaya çağıran, oldukça da zorlayıcı bir tarz. Aydın Esen’in mistik dinamizmi ve soyut çağrışımlarından inanılmaz feyz alıyorum. Benim en büyük esin kaynaklarımdan biri, sanat dostum. Ben kendi resimlerimde de yeni ve dinamik olan ne varsa kullanmaya çalışıyorum. Soyuta ve deneyselliğe içsel yönelişim bariz bir şekilde hissediliyor çalışmalarımda. Tablolar arasındaki akış da aslında müzikteki ritmin devamlılığı gibi. Bu anlamda farklı sanat dallarının da birbirinden etkileşimi kaçınılmaz.