'Sürgün hayatım anlatılarımı belirledi'
27 Eylül 2014 - 05:0917'sinde ülkesinden ayrılan ve günümüzde hatırı sayılır bir sanatçı olan Shirin Neshat, bu yıl ArtInternational'da eserlerini sergiliyor. Sanatçı, sürgün hayat yaşamasının ve ailesinden ayrılmasının sanatında büyük etki yarattığını söylüyor.
FİSUN YALÇINKAYA
Shirin Neshat eserlerinde toplumsal olaylara, insani durumlara, Ortadoğu'da yaşananların kendisine hissettirdiklerine yer veren İranlı bir çağdaş sanatçı. 1957 doğumlu sanatçı Tahran'da Katolik okulunda okudu. 1975 sonrasında, İran Devrimi'nin başladığı yıllarda, ABD'ye Berkeley Üniversitesi'ne geçti. 17 yaşında ülkesinden ayrılmış bir kız olarak Batı kültürüne alışmaya çalıştı.
1990'da ülkesine döndüğünde ise, bıraktığında kendi tabiriyle 'Avrupalı kadınlar' gibi giyinen annesi ve kızkardeşlerinin değiştiğini, ülkesinin bambaşka bir yer olduğunu gördü. Halen ABD'de sanatını üretmeyi sürdüren Shirin Neshat, sanata başladığı yıllarda Ortadoğu temasını fazla kullanmakla eleştirilse de bugün tüm dünyanın saygı duyduğu bir sanatçı. Fuar sırasında burada olamasa da kendisiyle eserleri ve yaşamı hakkında konuştuk.
Son ziyaretinizde İstanbul’u çok sevdiğinizi hatırlıyorum. Yeniden eserlerinizin fuarda yer alması sizin için nasıl bir duygu?
Bence İstanbul’un dünyanın en güzel şehirlerinden biri ve burayı çok çok seviyorum. Bu kez yalnızca eserlerim ziyaret ediyor ama bu bile mutluluk verici.
'Our House is on Fire’ (‘Evimiz Yanıyor’ olarak çevrilebilir) eserinizin arka planındaki hikayeden biraz bahsedebilir misiniz?
Kahire’de fotoğrafını çektiğim bu insanlarla fotoğraf seanslarımda hepsinin kişisel hikayelerini öğrendim ancak bunları sır olarak tutacağıma da söz verdim. Ama tahmin edebileceğiniz gibi Mısır Devriminden bu yana çeşitli trajediler yaşıyor bu insanlar; ailelerini, çocuklarını kaybettiler. Bu daha önce deneyimlemediğim bir şeydi. Proje gitgide kurguyu bırakıp gerçeğe yoğunlaşmam gereken bir belgesele dönüştü. Şüphesiz ki çok etkilendim. Acıma duygusu değildi bu; benimle hikayelerini paylaştıklarında çok derin bir saygı duyuyor, onları fotoğraflarken bana karşı duydukları güveni takdir ediyordum.
“Our House is on Fire”, benim “The Book of Kings” (2011) başlıklı 65 fotoğrafın büyük bir enstalasyon oluşturduğu çalışmamın arkasından geldi; onu tamamladı bir nevi. Bu seri de 2009’da dehşet verici bir şekilde bastıran Yeşil hareketinden gelişmişti. Bir şekilde hareketi desteklemeye başladım ama daha sonraları hareketin trajik ve şiddetli dönüşümüyle çok sarsıldım. Bu fotoğraflarda gençler arasında oldukça güçlü ve yaygın olan yurtseverlik ruhunu yakalamaya çalıştım. “The Book of Kings” daha çok genç aktivistlerin kişisel portrelerinden oluşan bir seriydi; ancak “Our House is on Fire” yaslı ifadeleriyle bize devrimleri hatırlatan daha yaşlı yüzlerin grup portrelerinden oluşuyor.
Bu fuarda 'Allah'ın Kadınları/ Women of Allah' serinizden ‘Moon Song’ var. Bu serinin önemi nedir sizin için?
Sizin de dediğiniz gibi “Moon Song”, özünde İslam Devriminin psikolojik ve ideolojik temelini keşfetmeye çalışan “Women of Allah” başlıklı serime (1993-1997) ait. Bu serinin ana teması İslam Devrimi esnasında oldukça popülerleşen ve hatta kurumsallaşan “şehitlik” konsepti oldu. Bu yüzden “Women of Allah” dinin dominant olduğu, kadınların uysallaştırıldığı, devrimin ideallerine, değerlerine ve retoriklerine itaakar İran tarihini anlatıyor bize. Ama bundan sonra gelen “The Book of Kings” serisi, günümüz İran’ın da dinin artık insanların hayatlarını kontrol etmediğini, yeni jenerasyonun modern, ileri görüşlü, eğitimli ve oldukça isyankar olduğunu gösteriyor. Şunu da eklemeliyim ki “Moon Song”la birlikte, İranlı Perslerle Müslümanlar arasındaki ebedi çekişmeyi çerçevelemek istedim. Zengin ve eski şiir, efsane tarihi arasında bölünmüş bir kültür…
Bir röportajınızda "Sanatçının hayatı sanatından ayrılamaz" demiştiniz. Sizin hayatınızdaki büyük değişiklikler sanatınıza nasıl etki etti?
Tabii ki her sanatçının kişisel hayatı sanatını öyle ya da böyle, bir şekilde etkiliyor. Geçmişim; yani İran’daki çocukluğum, Batılı eğitimim ve New York’taki hayatım bir birey ve sanatçı olarak gelişimimin ayrılmaz bir parçası. Sanıyorum ki ailemden ayrılışım ve sürgün hayatım temalarımı ve anlatılarımı belirleyen en önemli olaylar. Öte yandan, sanatsal ve profesyonel açıdan baktığımızda, Batı’da bakış açımı ve kariyerimi şekillendiren muhteşem bir deneyim edindim.
Bugünlerde nelerin hazırlıkları içindesiniz?
Kasım ayında Doha’da açılacak geniş bir müze sergisi hazırlıyorum. Bu sergi Ortadoğu’daki en geniş kapsamlı sergim olacak. Ayrıca efsanevi Mısırlı şarkıcı Oum Kulthum’un yaşamı ve müziği hakkında çektiğim ikinci uzun metraj filmim üzerinde çalışıyorum. Tahmin edersiniz ki çok karışık ve büyük bir proje bu. Birkaç senedir üzerinde çalışıyoruz, 2015’de çekimlere başlamayı umuyoruz.
Fuarda bu konuşmaları kaçırmayın
28 Eylül Pazar fuarın son günü. Bu yüzden eğer yeterince gezdiyseniz SPOT Projects tarafından düzenlenen konuşmalara göz atmanın tam zamanı.
- Saat 14.00'te bu yıl 2. İstanbul Tasarım Bienali'nde işlerini göreceğimiz TAK (Tasarım, Araştırma, Katılım), Herkes İçin Mimarlık ve Studio X- İstanbul'un konuşmacı olacağı konuşmada 'Büyük Engeller ve Küçük Girişimler' masaya yatırılacak.
- Saat 15.30'da ise, Beyrut'ta düzenlediği 'The Sky Over Beirut' projesiyle tanınan mimar ve yazar Tony Chakar'ın konuşmacı olarak katılacağı, 'Yüz Bin Yalnızlık' başlıklı konuşma gerçekleşecek.
- Saat 17.00'de ise, Mondial 2010 projesi üzerine Roy Dib, Fatma Çolakoğlu moderatörlüğünde konuşacak.
FUAR BİTER KONUŞMALAR BİTMEZ
29 Eylül'de fuar bitse de SPOT Projects'in konuşma dizisi Elhamra Han'da devam ediyor.
- 12.00'de 1990 ve 2000'lerde Sanat sergisi ve mekan arasındaki ilişkiyi, Ali Akay anlatacak.
- Saat 14.00'te Oyunun Kuralı başlığı altında sanatçı Dilek Winchester performans gerçekleştirecek.
- Saat 17.00'de ise '15 Dakika Geç Kalıyorum' başlığı altında sanatçı Merve Ünsal, sunum ve performans gerçekleştirecek.