Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Plastik Sanatlar » "Özgür kalıp, Anadolu'yu gezeceğim”

"Özgür kalıp, Anadolu'yu gezeceğim”

"Özgür kalıp, Anadolu'yu gezeceğim”30 Aralık 2016 - 05:12 | Rabia Çapa, 40 yılın sonunda Maçka Sanat Galerisi'ndeki masasından uzaklaşıp Anadolu turuna çıkmak istiyor. Fotoğraf: Hüseyin Özdemir
Türkiye güncel sanatının en önemli mekanlarından Maçka Sanat Galerisi 40 yılın ardından veda ediyor. Galerinin 40 yılını deviren Rabia Çapa ise "Anadolu'yu gezmek istiyorum," diyor
FİSUN YALÇINKAYA
 
Türkiye'de kavramsal sanatın öncüsü olan ve çok sayıda ismi ağırlayarak açtığı sergiler, düzenlediği söyleşiler, yayımladığı kataloglarla bir okula dönüşen Maçka Sanat Galerisi, 40 yılın ardından Mehmet Konuralp sergisiyle veda ediyor. Ancak galeri daha bir süre arşiv çalışmalarının sürdürüleceği bir mekan olarak var olacak. Galerinin kurucusu, Türkiye güncel sanatının en ilham verici ve önemli isimlerinden Rabia Çapa ise 40 yılın ardından galerideki masasından uzaklaşıp, Anadolu'ya bir seyahate çıkmayı planlıyor. Çapa'yla galeriyi geçen 40 yılı ve geleceği konuştuk.
 
Maçka Sanat Galerisi’nin başlangıç hikâyesinden biraz ve tekrar bahsedebilir miyiz?
 
Bu suali 40 yıldır cevaplıyorum, bir kez daha cevaplayayım: Akademi’de dört sene Bedri Rahmi Eyüboğlu atölyesine misafir öğrenci olarak gittim.. Sonra evlendim ve Ankara’ya taşındım. Çocuklarım olunca gidip gelmek zorlaşıyor diye, İstanbul’a döndüm. Gelir gelmez de Bedri Rahmi Eyüboğlu’na gittim, "Hocam atölyenize devam etmek istiyorum," dedim. O da bana "İki çocuk ve bir kocayla sanat yapılmaz hobi yapılır," dedi. "Ben bir deneyeceğim hocam," dedim. Denedim ama Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun dediği doğruydu. Artık sanatçı olma treni kaçmıştı.
 
Önce resim yapmaya meraklı olduğunuz biliniyor, resim sanatla tanışmanın bir yolu muydu?
 
Ankara’da oturduğum dönem de çok resim atölyesi aradım, bulamadım. Bir tane seramik atölyesi buldum. Çamurla oynamak çok zevkliydi. Ama boyamaya başlayınca zorlaştı, kimyasını bilmek lazımdı. O zaman sıkıldım ve bıraktım. Ama döndükten sonra gene resim yapmak istedim. Fakat ben hobi olarak hiçbir şey yapmaktan hoşlanmam. Söylemek istediğim şu, ben bir şey yaparken çok ciddi olmak isterim. Hobi olarak resim yapmaktansa bir galeri açarım, doğru sanatçılarla doğru sergiler yapar, sanatın içinde olur ve çok şey öğrenirim dedim. Ve kardeşim Varlıkla 1976’da burayı açtık. Açmadan evvel galericiliğin nasıl olduğunu öğrenmemiz lazımdı. Önce yeri ve mimar Mehmet Konuralp’i bulduk, sonra aydınlatmacı Şazi Sirel’i’i ve logomuz için grafiker Mengü Ertel’i bulduk Sonra da Paris’e gittik araştırmak için. Paris’i seçtik çünkü iki kardeş de Fransız okullarında okumuştuk ve oraya daha yatkındık. Gittik ve Le France’ın sahibiyle görüştük. “Galerici bugünün sanatını gösteren, bugünün iyi sanatçılarını yakalayan kişidir. Arada bir eski sergi yaparsınız ama asıl işleviniz bugünün sanatını ve iyi sanatçıyı yakalamak" dedi. "Az sanatçıyla çalışın. Sanat tarihine üç beş kişi bırakırsanız iyi galericilik yaptınız demektir" diye de ekledi. Biz de öyle yapmaya çalıştık.
 
Maçka Sanat Galerisi'nin girişi.
 
Üç beş sanatçıdan fazlasını da bıraktınız burası hem başlı başına okul oldu sanat çevresi için, hem de güncel sanatın yaşandığı, yapıldığı, gösterildiği yer oldu. Şimdi arşivlendiği, korunduğu yere dönüştü. Kavramsal sanatın öncüsü ve güncel sanatın önemli isimlerinin ilk ev sahibi oldu. O ilklerden biraz bahsedebilir miyiz?
 
Bazı sanatçıları Amerika’dan, Paris’ten, Almanya’dan bulup buraya getirmişizdir. ‘Türkiye Dışında Yaşayan Türk Sanatçıları’ sergisi deyip Hakkı Anlı’yı, Selim Turan’ı, Mübin Orhon’u 1977’de İstanbul’a getirerek dikkatleri onlar üzerine çektik.. Çünkü Fikret Mualla öldükten sonra resme meraklı olanlar Paris’e gitti, bir kısmı sahici ama bir kısmı da taklit Fikret Mualla alıp geldi. Bu yeniden başımıza gelmesin, sanatçılar yaşarken gidin görün alın dedik. Sergilerimizle, sergilerimize paralel  yaptığımız konuşmalar, panellerle broşürlerle gençliği bir araya toplayarak burası bir okul gibi bir yer oldu.
 
Kavramsal sergileri yapmanızı bir cesaret olarak görüyor musunuz?
 
Örneğin Sarkis’in "Çaylak Sokak"ını. "Çaylak Sokak”ı yapmadan evvel Sarkis’in İstanbul’da yaptığı guajları da sergiledik. Serhat Kiraz’ın, Şükrü Aysan’ın sergilerini açtık Sarkis’ten evvel.
 
İlk kez kavramsal sanat işlerini insanlara anlatışınız nasıldı?
 
Resmi anlatmaktan hoşlanmam, sanatçılar da hoşlanmaz. Bakıp neyi anlıyorsan, o odur. İlk olarak Mehmet Güleryüz, Ömer Uluç, Alaettin Aksoy, Komet’le başladık. Sonra Serhat Kiraz, Şükrü Aysan, Sarkis, Füsun Onur, Ayşe Erkmen gibi sanatçılarla çalışmaya devam ettik. Hep en yeniyi göstermek istiyorduk. Galerinin 20. yılında  20 genç sanatçıyı bulup çıkardık ki bugün onlar da yine üretmeye devam eden iyi sanatçılar. 35’e geldiğimizde gene bir genç grup bulduk. Ama artık 40 yıl doldu, ben de yoruldum.
 
40 yıl çok uzun bir süre.
 
Uzun, hep şu masanın arkasındaydım. Hakikaten de çok şanslı bir galericiyim. Akşamları votkaya Can Yücel, Necati Cumalı, Aziz Nesin, Mengü Ertel, Füreya, Robert & Mualla Anhegger gelirdi. Onlar aramızdan teker teker ayrılana kadar galeride çok güzel   bir atmosfer vardı. O öyle güzel bir şeydi ki Can Yücel şurada şiir okuduğu zaman gençlik gitmez, izlerdi. Necati Cumalı son kitabını anlatırken, Mengü Avrupa’da gördüğü son filmi anlatırken, gençlik yine buradaydı. Gençlik böyle eğitilir.
 
 
Şimdiki kuşağı nasıl görüyorsunuz?
 
Şimdi gençler akıllı  iyi şeyler başarıyorlar, iyi üç dört galerici de var. Pırıl pırıl genç çocuklar var, çok iyi galericilik yapıyorlar. 
 
Siz neler yapmayı planlıyorsunuz buranın son sergisi bittikten sonra?
 
Biraz Anadolu’yu gezmek istiyorum. İkinci bir merakım, Anadolu gelin başlıkları, takıları, kıyafetleri. Burayla meşgul olurken 40 yıldır onu biraz ihmal ettim. Akademideyken başladığım bir şeydi. Ankara’da yaşadığımız dönemde eşim ava giderdi . Beni de götürürdü ama ben sinek bile öldüremem ava gitmez köyde kalırdım. Köyün geleneklerini öğrenirdim. Ben onlardan bir şey alırdım onlara da bir şey verirdim. Çoğunlukla da plastik leğen istenirdi, ne hikmetse... 20-21 yaşlarımdaydım. Güzel günlerdi. Sandıkları açarlardı benim için. Öyle de bir koleksiyonum var. Müzelere gidecek parçalar. 
 
Başka koleksiyonunuz var mı?
 
Resimler var tabii ama koleksiyon denmez onlara sevdiğim resimler var diyelim.
 
Beş yıl önce burayı kapatmayı düşünmüştünüz ama 5 yıl sonraya kaldı. Buna nasıl karar verdiniz?
 
1940 doğumlusun40. yılı bekle dedim. 40 yıl bitsin öyle kalk git dedim. Bir şeyleri zamanında bırakmak lazım... Aklı başında bırakmak lazım... Gidilecek yerleri aklı başında seçmek lazım… Güzel uğurlamak gerek, çünkü sen güzel arşivlemediğinde arkandan gelen ufacık notu bile okuyamıyor. Arşivini aklın başında sağlığın yerindeyken yerine koyacaksın, biraz da özgür kalacaksın. Galeri açıkken  bir yere gittiğiniz zaman en çok 10 gün kalabiliyorsunuz. 
 
Hiç 10 günden uzun tatil yapmadınız mı 40 yıldır?
 
Eşim rahatsızlandı, Amerika’ya by-pass’a gittiğimizde 2.5 ay kaldım onunla tabii. Ama onun dışında en fazla 15 gündür. Galericilik böyle.
 
Peki, bu mekânı ne yapmayı düşünüyorsunuz?
 
Şimdilik altı sekiz ay  daha burada arşiv çalışmaları sürecek. Biraz dinleneceğim, sonra bakacağım bakalım kafama hangi keçiler geliyor. Ama artık bu  mekanda sergi yapmayacağım. Bir de şu var; insanlar galeri gezmiyor artık. Fuara gidiyorlar. Galeride hayatında görmediğin insanları ense kökünde nefes alışlarıyla orada görüyorsun. Hâlbuki oraya gidip gördükleri sanatçıları galericiler yetiştiriyor. Galeriler kapanırsa ne o müzayedelere ne de fuarlara yapıt gider. Galericilik özerk olduğu, sen de işini ciddi yaptığın müddetçe çok zor ve çok zaman alan bir iştir. O yüzden artık biraz özgür kalıp Anadolu’yu gezeceğim.
 
Maçka Sanat gibi böyle uzun soluklu olacak dediğiniz galeri var mı?
 
Var üç dört tane pırıl pırıl galerici kızımız var. Ama isim söylemeyeyim.
 
Sergi açılışlarına özel yaptığınız kıyafetler de bu galerinin geleneğinin parçası.
 
Onlar çağdaş sanat sergilerinde. Mesela Ömer Uluç’un sergisi açılacaksa onunla bir araya geliyordum bir kıyafet hazırlıyordum. Adnan Çoker bir sergisinde bana hasarlı bir tuvalini verdi ben de kestim biçtim elbise yaptım. O koleksiyonum olduğu gibi  Koç Müzesi’ne gitti.
 
Peki, bu sergi, neden Mehmet Konuralp?
 
E, Mehmet Konuralp’le açtık. Galerimizin mimarı o. Kapatırken de onunla kapatmak istedik. Ondan evvel Serhat Kiraz, İz Öztat ve Füsun Onur vardı, galeriyle haşır neşir olmuş isimler. Ben şanslıyım, dediğim gibi sanatçılarla, edebiyatçılarla, mimarlarla dostluk yapan  bir galericiydim. Çalıştım, yoruldum ama keyifliydi. Mehmet, bu galerinin planlarını soyut çalışmalara çevirdi.
 
Türkiye’nin 40 yılına ve birçok zor gününe de şahitlik etti burası. O günlerde galeriyi kapatmayı düşündünüz mü hiç?
 
Yok ben her zaman galerimi açtım. O günlerde de kapatmayı düşünmedim hiç. Korkuyorum diye bir derdim yok gelecek neyse gelir insanın kaderinde ne varsa o. Tabii ki açtık, dertleştik, bir araya geldik.
 
 
Kapalı olduğu bir ara var mı?
 
Eşimi kaybettiğimde kapattım. Onu martta kaybettim mayıs sonuna kadar gene galeri açıktı, mayıs sonunda sanatçılarıma dedim ki gelecek sene yokum. Biraz kendi kendimle cebelleşmem lazım. O sene açamadım galeriyi, 2000’de açacağım dedim. Ve hakikaten de açtım.
 
Türkiye’de güncel sanat sahnesi iniş çıkış dolu, piyasası da öyle. Nasıl baktınız son yıllardaki süreçlere?
 
Ben şu galeriye geldiğimde "Mağarama geldim” derim. Dehlizden içeriye girerim, sevdiğim sanatçıların sergileri varsa onlara giderim onun dışında dışarda olanla ilgilenmem. Benim kafamda ne varsa, ben onu yaparım.  aklına, sanat bilgisine güvendiğim insanlara danışırım ama işte 40 yıl bildiğimiz yoldan gittik.  fahiş fiyatlara satışların olmasıyla  ilgilenmedim. . Ben hiçbir zaman fahiş fiyata satış yapmadım. Fiyatı yukarı çıkarmak çok kolay, ama fiyatı düşürdüğünüz zaman sanatçıya da, yapıta da, galeriye de zarar verirsiniz.
 
Açılış atmosferleriniz buraya çiçek gelmemesi, votkalarınız, kapı önünde uzayan sohbetler çok meşhur. Buranın açılışlarından kısaca bahseder misiniz?
 
1976’da ilk “Beş Gerçekçi Türk Ressamı” sergisinde Nuri İyem, Cihat Burak, Nedim Günsür, Neşet Günal buradaydık. Davetiyeye “çiçek gönderilmemesi rica olunur,” diye yazalım dedim. Nuri İyem “Olur mu öyle şey çok ayıp,” dedi. “Hiç de ayıp değil, ben o çiçek katliamından ve çiçeklerin yapıtların arasında olmasından rahatsız oluyorum" dedim. Çiçeği çok seviyorum onların katledilmesi beni çok üzüyor. Epey bağırış çağırış oldu ama Cihat Burak’la Mengü kurtardı beni şakaya vurdular, yazdık onu davetiyeye. Ondan sonra belediye galerilerine içki yasağı geldiği zaman da davetiyeye: “İçki gönderilebilir” ifadesini ekledik.
 
Bugün çağdaş sanat ortamında ne gibi eksiklikler görüyorsunuz?
 
Eleştirmenimiz yok. Daha çok kitap basılması lazım... Kitap, broşür, afiş  almak gibi bir alışkanlığımız yok. Şu broşürlerde serginin tüm fotoğrafları, yazılar var ve 10 lira. İçeride duruyor, çok az insan alıyor. Öğrencilere, yazarlara, akademisyenlere zaten ücretsiz veriyoruz. İsteyen benim arkamdan bu sergiyi kurabilir. Bu sergiler ölmez bu kataloglarla. Arşivimle beraber bir kısmı müzeye gittikten, kendime imzalıları ayırdıktan ve sanatçılarıma da verdikten sonra hepsini kutulara koyup Anadolu’daki üniversitelere ve liselere yollayacağım. Burayı kapatmayı düşündüğüm zaman gençler kapının altından bir mektup atmışlardı, “Biz baktığımızı görmeyi, gördüğümüzü düşünmeyi bu galeride öğrendik, nasıl kapatırsınız,” diye. Bu mektup çok hoşuma gitmişti Yani gençler mühim...