Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Plastik Sanatlar » 'Dikenli teller arkasında çırpınan insan seli'

'Dikenli teller arkasında çırpınan insan seli'

'Dikenli teller arkasında çırpınan insan seli'06 Ekim 2016 - 10:10
"Yakındoğu’da yaşananları gerçekliğimizin bir parçası kabul etmeliyiz" diyen Azade Köker, günümüzdeki göçü, sebepleri ve sonuçlarıyla ‘Her Yerde, Hiçbir Yerde’ sergisinde değerlendiriyor.
FİSUN YALÇINKAYA
 
Zilberman Gallery İstanbul, Azade Köker’in ‘Her Yerde, Hiçbir Yerde’ isimli yeni kişisel sergisine ev sahipliği ediyor. Sanatçının Zilberman Gallery’deki dördüncü kişisel sergisi olacak ‘Her Yerde, Hiçbir Yerde’, 12 Kasım tarihine kadar galerinin Mısır Apartmanı’ndaki ana mekânında görülebilecek. Önceki dönem çalışmalarında kimlik ve aidiyet meselesine odaklanan sanatçı, ileriki dönem çalışmalarında ise doğayı kültürel bir yapı olarak ele almasıyla tanındı. Sanatçı, yeni sergisi ‘Her Yerde, Hiçbir Yerde’de her geçen gün daha da bulanıklaşan, anlamını yitiren sınırlar üzerinden bireylerin zorunlu ya da gönüllü yer değişimine ve bu durumun sonuçlarına odaklanıyor. Sergi vesilesiyle Azade Köker’le bir söyleşi gerçekleştirdik.
 
Azade Köker.
Serginin ismiyle başlamak istiyorum. ‘Her Yerde, Hiçbir Yerde’ başlığı nereden geldi ve nasıl karar verdiniz?
 
Ortada bir sorun var. Bunun adı savaş. Bu savaşı kim, neden ve nasıl çıkardı? Karışık zincirler sepeti... Ortaya çıkan sonuç: Halep. Dört yıl önce gittiğim bu kentin tarihsel, siyasal ve kültürel mekânlarını görmüştüm. Bugün ise parçalanmış ve mahvolmuş bir kent ve yersiz, yurtsuz; yerlerinden edinilmiş halklar, yeni yerleşim yerleri tarafından istila edilmiş hayatlar... Seslerin ve sözcüklerin birbirine karıştığı coğrafi olarak tanımlanamayan yersiz yurtsuzlar grubu... Dikenli teller arkasında çırpınan insan seli.... Bunlar modern dünyanın farklılıklar ve buluşlar ülkelerine yasam ümitlileriyle geliyorlar. Avrupa kentliliğin etik ideali sarsıntı içinde... Sınırların içinde veya dışında davet edilmeyen insanlar... Her yerde ama hiçbir yerde kendilerine açılmayan kapılar... Serginin ana motivasyonu bu insanlardı.
 
Bu sergiye hazırlık süreci nasıl oldu, ne gibi çalışmalar göreceğiz?
 
Yavaşlık, ayrıntılı bir biçimde düşünme önlemidir. Zamansal bir kayıttır. Çalışmalarımdaki yavaş süreç çok önemli... Yavaşlık sayesinde parça ile bütün arasında bir bağlantı kurarım. Yavaşlık parçanın ve bütünün karmaşık ve çatışan bağlantılarını görünür kılar. Parça ile bütün arasındaki gerilimin canlı tutulmasını sağlar. Önsöz ve son söz diye bir şey yok diye düşünüyorum. Her şey akıp giden hadiseler zinciri... Bu akışı imge olarak göstermek babında orman ve kent dokularını son sergimde de kullanıyorum. Mekân duygusu hem var hem yok. Sınırsız mekânların akışkanlığı gerçek anlatımı sağlıyor. Bir eteğin, bir perdenin kıvrımları gibi akışkan bir doku. Bu dokuya yüzlerce uyum sağlayan ve fark göstermeyen insan figürleri şematik bir model olarak alınıyor. Burada bu akışkan doku içinde insanlığın taşan fazla gelen varlığı söz konusu... İnsanlık söz konusu...
 
'Yakındoğu gerçekliğimizin bir parçası'
 
Serginizle ilgili “Ormanı göremiyorum ağaçlardan” diye bir ifade kullanıyorsunuz, biraz açabilir misiniz?
 
Daha önce de belirttiğim gibi, parça ile bütün arasında ilişki kuramamak. Yaşadığımız şu bir iki yıl içinde hem Türkiye hem de Yakındoğu’da olup bitenleri bir bütün içinde değerlendirmek zihinsel özgürlük gerektiriyor. Yakındoğu’yu ve Arap gerçeğini iyi tanımak gerekiyor. Ortadoğu konusunda korkunç cehalet ve umursamazlık içinde dünya... Şehirleri mahveden bombalar ileride dehşetle hatırlanacaktır. Ben sanatsal konularımı araştırmak için Mardin, Antakya, Beyrut, Kahire ve Halep’i ziyaret ettim. Bu kentleri tüm kokularıyla, sesleriyle, görüntüleriyle, toz, rüzgâr, baharat birleşimini bütün duyu organlarınızla kavrayarak deneyimliyorsunuz. Bu bölgelerin kendi gerçekliğimizin bir parçası olduğunu, bilmeliyiz. ‘Halep II’ çalışmamda Halep'in eski haliyle bugünkü harap olmuş portresini aynı anda bir arada göstermek istedim. Resmin içindeki insan figürleri sadece insanlığı canlandırıyor. Burada Halep gibi her türlü etnik grubun bir arada yaşadığı kozmopolit bir kentte sadece Müslüman veya Hristiyan, Kürt veya Arap değil bütün kent sakinlerinin kayıplar verdiği gerçeği ortada. Bu yüzden kolajlarda ifade edilen kafa kısmı kesilmiş insan figürleri sosyal hiç bir referans vermeden, sadece şematik bir model olarak var. Yani canlı ve ölüm arasında insan bedeninin imajı... Burada son söz diye bir şey olamayacağını düşünüyorum.