"Bu kız çocuğu Türkiye’nin Mona Lisa'sı"
10 Haziran 2014 - 12:06Çağdaş sanatçı Şükran Moral, "Türkiye'nin Mona Lisa'sı" dediği çocuk gelinlere vurgu yapan eserine Almanya'daki yeni kişisel sergisinde yer veriyor
FİSUN YALÇINKAYA
Şükran Moral, "20 yıllık sanat hayatımın özeti" dediği 'B[R]YZANZ' isimli kişisel sergisini Almanya'da Oldenburg’deki Edith Russ Haus für Medienkunst’te sergiliyor. Şükran Moral son iki işinde daha önce ele aldığı küçük kız çocuklarına dayatılan evlilikleri bu kez de sergide yer alan kız çocuğu heykeli ve Türkiye haritası şeklinde olan kanlı bir yatak ile çarpıcı ve sert bir dille eleştirmeyi amaçlıyor. 31 Ağustos'a dek sürecek sergi vesilesiyle Şükran Moral'la eserlerini konuştuk.
Bu serginizin içeriğinden bahsebilir misiniz?
Serginin ismi 'BRYZANZ', kaos çıkaran,karşı çıkan, ses getiren kontrol dışı çok zengin çağrışımları olan bir kelime. Aynı zamanda geldiğim yere yani İstanbullu olmama bir gönderme. Bizans'tan gelen... Bu sergi neredeyse benim küçük bir retrospektif sergim oldu. 20 senelik sanat hayatımın özeti gibi.
'Çocuk Gelin' sergideki yeni işiniz. Bu eserin fikri nereden çıktı, neler hazırladı bu eserin oluşma sürecinizi?
Türkiye’de günde beş kadın cinayetinin olduğunu ve de küçük kız çocuğu evliliklerinin giderek rutinleşmesi olağanlaşması gerçeği ile yaşıyoruz. Kafamda birebir 12-13 yaşında bir küçük kız çocuğu canlandırdım, üzerinde altın ve paralar takılı olan. Olayı daha da abartmak için hamile olduğunu varsaydım. Çıplak ayaklarından kan damlayan bir kız çocuğu heykeli. Sıradan hayatımız akıp giderken bu gerçeği yüze vurmak için. Sarsmak için. Bu kız çocuğu Türkiye’nin Mona Lisa'sı. Gözlerinde ve dudaklarında insanlığımızı sorgulayan. Önündeki klasik yatak da zifaf gecesinin yani çocukluğunu öldürülüşünü aynı zamanda geleceğinin de olmayışını temsil ediyor. Yataktan kanlı bir Türkiye haritası yaptım, geleceğimize ve tehlikeye işaret etmek için. Cahil bırakılan bir çocuk nasıl çocuk yetiştirir ki? Gelecekte cahiller ordusu bizi bekliyor olacak.
Siz de dışarıya kapalı bir ailede büyüdüğünüzü, hatta okumak için ısrarcı olmak ve ailenizi sanatınız için karşınıza almak zorunda kaldığınızı röportajlarınızda ifade etmiştiniz. Kişisel olarak çocuk gelinlerle ve aileleriyle kurdukları ilişkilerle ilgili neler hissediyorsunuz?
Okumak isteği ve ailen bazı nedenler yüzünden seni okutmak istemiyor. Okula gidebilmek için verdiğim mücadeleyi asla unutmadım. Başını bağlamak, diye bir deyim vardır. Çok anlamlı bağlamak; bir hayvan gibi... Ki hayvanlar da bağlanmamalı bence. Aile aile değil sanki yok etme mezbahası. 'Karanlık Aile' işimde, 2009'da, bunu anlatmıştım. Güzel bir yemek masası, tabaklar, kristaller ve masa başında iskelet bir kadın çığlık atıyor. Masa üstünde tabanca, satır, testere, yılan öldürme aletleri...
Bu işinizde kana bulanmış bir Türkiye haritası görüyoruz. Genelevdeki işiniz için de “Genelev’deki işim aslında Türkiye’nin otoportresi diyebiliriz” demiştiniz. Yine Türkiye’nin tümüyle ilgili bir çıkarım var diyebilir miyiz eserinizde? Nasıl anlatırsınız bu durumu?
Türkiye’den yola çıktım ama mesela Almanya’daki sergimin küratörü basın toplantısında: "Çocuğa karşı şiddet sadece Türkiye’de değil Almanya’da da çok var ve bunun yüzdesi giderek artıyor. Sanatçının bize bunu hatırlatması çok önemli ...” diyerek başladı konuşmasına. İşte sanatın evrenselliği de burada. Kana bulanmış şilteden yataktan yapılan bir Türkiye haritası aynı zamanda son senelerde yaşanan olayların özeti. Çocuklarını koruyamayan bir ülke haline geldik. Yatak dinlenme, uyuma çoğu kez de sevişilen güzel faydalı bir eşya hayatımızda. Ama herkes için değil. Kimisi rahatça uyurken Türkiye yatağında kimisi çocukluğunu, canını malını kaybediyor. Kuvvetli bir metafor.
Geçtiğimiz yıl Gezi’de bir performans gerçekleştirmiştiniz. Birinci yıl dönümünde Gezi süreci hakkında neler düşünüyorsunuz?
14 Haziran’da Gezi‘de yaptığım performansım hayatımda aldığım en iyi kararlardan biri. Gerçek bir halk direnişinin içinde olmak gurur verici.