“Artık bütün dünya göçmen”
18 Ekim 2016 - 04:10ARTER, Nil Yalter’in Türkiye’de bugüne kadar gerçekleşen en kapsamlı sergisine ev sahipliği yapıyor. Küratörlüğünü Eda Berkmen’in yaptığı 'Kayıt Dışı' başlıklı sergiyi Nil Yalter’den dinledik.
ERMAN ATA UNCU
Nil Yalter’in sanat pratiğini birkaç satırda özetleme zorunluluğu hâsıl olunca belirli kavramların kendiliğinden ortaya çıkmaması imkânsız: Doğu, Batı, kadın gibi. Ancak Yalter’in sanatında bu çatallı temalar sadece içeriği belirlemekle kalmıyor, sanatçının mecra seçimlerinin de eksenine yerleşiyor. 1965’te ‘göç’ etiği Paris’te, dönemin ruhunun da etkisiyle resimden farklı mecralara yönelen sanatçı, sonrasında da video, animasyon gibi alanlarda teknolojiyle ilişkisini, ele aldığı meselelerin uzantısına dönüştürdü. 1980 tarihli video enstalasyonu 'Harem'de gündelik hayattan kadınlık hallerini egzotik bir masalın kodlarını didiklemek için kullandı. Yalter’in tüm bu işleri, şimdiye kadar Türkiye’de gerçekleştirilen en büyük sergisi 'Kayıt Dışı'yla 15 Ocak 2017'ye dek ARTER’de. Sergiyi Nil Yalter’le konuştuk.
‘Kayıt Dışı’ Türkiye’de şimdiye kadar gerçekleştirilen en kapsamlı Nil Yalter sergisi. Sergide yer alan işler nasıl ve hangi sebepler göz önünde bulundurularak seçildi?
Serginin küratörü Eda Berkmen, ARTER ekibi ve benim ortak çalışmamla seçildi. Tabii ki burada en büyük rol Eda’nın... Sonuçta serginin bütününü o biliyordu. Dolayısıyla benim tek başıma yaptığım bir seçim değildi. Öylesi biraz zor olurdu çünkü ARTER çok büyük bir mekân. Benim işlerim de bir araya getirilmesi zor işler.
Göç ve mülteci krizi gibi meselelerin tüm dünyada en önemli gündem maddelerinden olduğu bir dönemde bir Nil Yalter sergisinin açılıyor olması da üzerinde durulması gereken bir tesadüf. 1970’lerde Fransa’da göçmen işçilerle yaptığınız çalışmalardan hareketle bugünkü mülteci krizine dair düşünceleriniz neler?
Tabii, benim işlerim 43 yıl öncesinin ‘göç’ünü konu alıyordu. Yani daha çok ekonomik göç üzerineydi. Kendi ülkelerinde iş olmadığı için Almanya’ya gelen Portekizli, Kuzey Afrikalı ve bilhassa Türk işçileri konu alıyordum. Bugünkü göçün politik sebepleri var. Kendi ülkelerinde iş bulamadıkları için değil, yaşayamadıkları için göç ediyorlar. Ama aradaki bu farka rağmen, sorunlar aynı… “Bu kadar insan nasıl yerleştirilecek, nerede yaşayacak” gibi sorular soruluyor. Artık göçle ilgili bir çalışma yapmıyorum ama 1970’lerde yaptıklarımın, bugünü çağıran bir yanı da var tabii.
İstanbul’dan Paris’e giden bir sanatçı olarak siz de kendinizi göçmen olarak tanımlar mısınız?
Öyle demek çok iddialı olur. Benim Paris’e gitmem daha çok kültürel bir göçtü. İstanbul’da ne müze ne de galeri vardı. Bilmiyorum, belki bugünkü İstanbul olsa gitmezdim. Sanatçı olarak ilerlemek istediğim için kalktım geldim Paris’e. Bu da bir göç ama mecburi bir göç değil. Kendimi göçmen olarak görmüyorum. Ama bir yerden çıkmış, başka bir kültüre yerleşmiş birisi olarak bir yer değiştirme var. Göçebe diyebiliriz daha çok. Bir de şöyle bir durum var: Bütün dünya göçmen oldu artık.
“Şu gurbetlik zor zanaat”
Afişlemelerden bahsedebilir miyiz biraz?
O benim için çok ilginç bir iş. Nâzım Hikmet’in “Şu gurbetlik zor zanaat zor” dizelerinin yazılı olduğu afişler, dünyanın farklı bölgelerinde asıldı. Şimdilik beş şehirde yapıldı bu: İstanbul, Valencia, Viyana, Fransa’nın Metz şehri, Bombay ve İstanbul. Her şehirde, bulundukları ülkenin dilinde yazıldılar. Rio de Janeiro’da da yapmak istedim ama ‘favela’lardaki (Brezilya’daki gecekondu mahalleleri) tehlikeli ortamdan dolayı endişe edildiği için oraya gidemedi. Bu afişlemelerin yapıldığı yerlerde tek bir şartım var: Bu afişler asılırken, bir de birkaç hafta sonrasında nasıl müdahaleler olduğunu, sokaktaki insanın tepkisini görmek için fotoğraflarının çekilmesini istiyorum.